Kayıp Ruh

8 0 0
                                    

Kaç gün oldu? Kaç saat geçti üzerinden? Ben neredeyim? Burada ne yapıyorum? Bilmiyorum. Zihnimde tek bir düşünce var. Dilim lal olmasına rağmen zihnim onu bağırıyor bana. Kalbim atmıyor belki de, hissetmiyorum çünkü. Hissetmenin ne demek olduğunu bana hatırlatan tek bir şey var, acı. Kalbim acıyor. Acıyamayacağını biliyorum ama bu hissizliğimde beni bu kadar sarsan uyaranın acıdan başka açıklaması olamaz. Günlerdir okyanusun altındayım sanki. Zihnimde sesler öyle yankılanıyor. Duyuyorum duymasına ama anlamlandıramıyorum. Şimdi olduğu gibi.
Biri var karşımda. Bir şeyler söylüyor. Bana bakıyor olmasından benimle konuştuğunu anlayabiliyorum. Ama maalesef benden bir dönüt alamıyor. Anlamıyorum çünkü. Kafamı salladım aşağı yukarı. Tamam dermişcesine karşımdakini onaylarmışcasına. Sırf artık sussun diye. Çünkü zihnim şu an bir okyanus. Ve oranın çarşaf gibi berrak olması gerekiyor. Akıl sağlığım için. Zihnim dalgalandıkça düşünüyorum. Düşünmek şu an beni öldürür. Gözümden akacak bir damla gözyaşı beni boğar. Duyacağım herhangi bir söz beni yakar. Dilimden intihar edecek herhangi bir kelime beni bitirir. O yüzden herkes susmalı ben de susmalıyım. Zihnimdeki o tek düşüncenin sahibi konuşsun bir tek, onu da bir ben duyayım.

Oturduğum beyaz zeminden ayağa kalktım. Kapalı kapıya son bir bakış atıp yüzüme yerleştirdiğim ifadesizlik maskemle çıkışa doğru ilerledim. Etrafta acele eden bir yere yetişmeye çalışan tek bir kişi bile yoktu. Çünkü o kapının ardındakini görmeye gelenler görüp de inanmamak, inkar edebilmek için içinde küçük de olsa bir umut barındarmak isterlerdi. O yüzden ayakları geri geri giderdi. Ben ise çıkışa doğru yürümeme rağmen geri dönmek istiyordum. Orada olmalıydım çünkü ayrılmamalıydım. Yanında olmalıydım. Ama yine onun için yanında olmam gereken biri daha vardı. Şu an için zihnimdeki okyanusu dalgalandırmaya hakkı olan tek kişi. Onun yanına gidiyordum şimdi. Kupkuru bir yüzle. Hiç gözyaşıyla ıslanmamış. Bazısına göre o kadar ağlamış olmalıyım ki gözyaşlarım tükenmiş, gözyaşı pınarlarım kurumuş olmalı. Ama öyle değil. Dediğim gibi akıtacağım bir damla gözyaşı beni tüketir.

Arabama binip kontağı çalıştırdım. Bu halde araba kullanmak ne kadar sağlıklı bilmiyorum. Açıkçası umurumda da değil. Fakat yapmam gerekenlerin varlığı, felç kalmış duyularımın bazılarının çözülmesini sağlamak zorunda kaldı. Etrafta gördüğüm hiçbir şeye dikkat kesilemediğimden zihnimde berrak bir suyla fırtınaymışcasına mücadele ettiğimden zaman algımı kaybettim. Uzun mu kısa mı sürdüğünü bilmediğim bir zaman diliminin ardından kalbimi mümkünmüş gibi daha da acıtan evin önüne geldim. Arabayı otoparka koymaya karar verip yukarı çıkacağım süreyi uzatabildiğim kadar uzatmaya çabaladım. Arabayı park ettim sonrasında sol arka tekerinin biraz yamuk durduğuna karar verip arabayı komple yerinden çıkarıp tekrar park ettim. Bu sefer yanımdaki arabaya çok yaklaştığımı düşündüğümden arabayı başka yere park etmeye karar verdim. Dördüncü park ediş seferimde arkamda yankılanan ismimle beraber bunun sonuncu sefer olduğunun bilincinde kontağı kapattım. Çantamı alıp dışarı çıktım. Bina girişinin orada beni bekleyen üç kişi vardı. Keşke beni görmeselerdi. Daha fazla oyalanabilirdim. Zihnimdeki sesin sahibi 'Annemi daha da mı yalnız bırakacaksın?' diye fısıldadığında irkildim. Ama yüzümdeki ifadesizliği bozmadan sözde arkadaşlarımızın yanına yürümeye devam ettim. Yanlarında tanımadığım bir kız da vardı. Bu da demek oluyordu ki samimiyetten uzak birkaç cümle birazdan havaya karışıp sonsuzlukta yok olacaktı. Tahmin ettiğim gibi de oldu. İçlerinden görmeye en alışık olduğum Özge, bana sarıldı. Ama maalesef benden dilemiş olduğu karşılığı alamadı. Ellerim iki yanda sarkık bir şekilde sarılmasını bitirmesini bekledim. Geri çekilmeye karar verdiğinde ben de bir adım geri attım. Diğerlerinden de böyle bir eylem istemediğimi onlara gösterebilmek için. Onlar da bunu anlamış olmalılar ki sadece sözlü bir şekilde bana ulaşmaya çalıştılar. Söylediklerinin benim nazarımda bir önemi olmadığı için sadece kafamı sallamakla yetindim. Ve elimle önden buyrun dercesine bir hareket yapıp binanın kapısını şifreyle açtım. Asansöre doğru onların arkasından ilerledim. Ama sonradan merdivenlerden çıkmaya karar verdim. Nefes alışverişleri bile benim için fazladan gürültü demekti çünkü. Yedi kat yüzdoksanaltı basamak hepsini tek tek sayarak çıktım. En sonunda vardım. Kapı açıktı asansörle gelenler benden önce içeri girmişti. Ama benim de geleceğimi söylemiş olmalılardı ya da sadece çok fazla gelen giden olduğundan kapıyı açmakla uğraşmak istememişlerdi. Ayakkabılarımı yavaşça çıkardım acele etmeden. O sırada mutfaktan elinde kolonya ve bir bardak su ile çıkan Ezgi'yi gördüm. Bana donuk bakışlarla baktı iki saniye sonra burnunu çekip buruk bir şekilde gülümsedi. Ben de ona baktım, gülümsemek istedim ama yapamadım. Yine kafamı sallamakla yetindim. Gözleri bir saniye daha yüzümde oyalandıktan sonra elindekilerle salona girdi. Büyük ihtimalle Betül Teyze'ye götürüyordu. İçeri geçtim. Kapıyı arkamdan örttüm hep açık mıydı yoksa benim için mi açtılar emin olamadığım için. Salonun kapısına varabilmek bana o an dünyanın en zor şeyiymiş gibi geldi. Bana asırlar gibi gelen bir sürenin ardından maraton koşmuş gibi yorgun hissettiğim için salonun pervazına bedenimi dayayıp içeri göz gezdirdim. Ama gözlerim tek bir kişiyi gördü, Betül Teyze'yi. O da bana baktı ve gülümsedi. O bile gülümsedi. Benim gülümseyemiyor olmam o an için bana çok ağır geldi. Birkaç adımda yanına gidip hiçbir şey demeden sarıldım ona. Ama yüzümde hiçbir mimik değişimi olmamıştı. Sadece sarıldım sımsıkı. Yani ben sımsıkı sarılmak istedim ama yapabildim mi emin değilim. Kollarım o kadar güçlü mü? hissedemediğim için bilmiyorum. Çünkü bir süredir duygularım da hislerim de anestezi altında. Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum. Bana işlemleri halledip halletmediğimi sordu. O işlemlerin, ne olduğunu söylemeye dili varmadı. Benim de onun ağzından duymaya cesaretim olmadığından yalnızca kafamı sallamakla yetindim yine yeniden. Bir süre sonra ayağa kalkıp çıktım salondan. Arka taraftaki balkona gittim. Büyük, derin bir nefes aldım. Günler sonra soğuğu hissetmek ben de hiçbir değişiklik yaratmadı. Hatta ciğerlerime sızan o soğuk hava içimi daha çok yaktı. Onun çekmesi gereken nefesi de içime çekmiştim sanki. Boş gözlerle manzarayı seyretmeye başladım. Bir uçağın sesini duyar gibi oldum. Uçaktan inmesini beklediğimiz biri vardı. Ama o kişiyle karşılaşmaya da o geldikten sonra olacaklara da kendimi hazır hissetmiyordum. Bugün tüm defin işlemlerini bizzat kendi ellerimle yapmama rağmen. Birden tüm o hissizliğin içinde nereden geldiğini bilmediğim bir şekilde kahkaha attım hem de hayli yüksek sesle. Hayretler içinde gülmemin bitmesini beklerken arkamda biri boğazını temizledi. O an sustum. Yüzüm yine o mimiksiz haline anında geri döndü. Arkamı dönmedim. Bir süre bekledikten sonra Fırat benim önüme geçti. Ortak arkadaşlarımızdan birinin kuzeni olmasıyla gruba dahil olmuş, ilkini reddettiğim halde birkaç defa daha çıkma teklifi etmiş, en son vazgeçip beni görmezden gelmeye başlamış Fırat.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Oct 15, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

ARAYIŞWhere stories live. Discover now