I,sondördün

24 5 22
                                    


senelerdir evim dediğim yerden kuru gürültüler yükseliyordu. yorulmuştum. ilk defa kendimi açabilme cesareti bulabilmişken kendi kanımdakilerin bana hissettirdikleri yıldırabilmişti beni. kimseye sığınamayacağım gerçeği içimdeki her noktada dolaşıyor, işimi zora sokuyordu. gözlerimin yanmaktan kan çanağına döndüğünden emin olduğum anda tekrar bir bağırış koptu. "çık git o zaman!"

görüşümle birlikte buğulanan seslerin netleşmesini sağlayan, zihnimdeki çığlıkları bastıran o haykırış, "çık git o zaman."

tam kapasite çalışmayan aklımla saatlerdir planladığım şeyin yüzüme direkt olarak söylenmesini beklemiyordum. tek kalemde silinip atılabileceğimi, hiçbir anlam taşıyamadığımı en ufak ihtimale dahi sığdıramamışken bu cümle alabildiğim en net cevaptı.

donakalmışken tane tane çözüldü her bir uzvum. ağzını dahi açamadığım valizime tutundum tekrar. boğazımdaki düğümü yırtarcasına bağırdım. "en başta gelmemeliydim zaten!"

kaybetme korkusu denen olguyla o kapının eşiğinden çıktığım anda vedalaşmıştık. ben bir daha hiçbir zerremde hissetmemek üzere onu bırakırken onun niyeti aynı değildi. bizzat en doğru zamanda döneceğini fısıldamıştı bahçe kapısından dışarıya son adımımı atarken.

valizi rastgele arabanın herhangi bir yerine fırlattığım gibi binip harekete geçmiştim. nereye gittiğimi ben bilmiyordum ancak direksiyonu kavrayan ellerim, acizliğime yardım ediyordu.

sokak lambalarının yanmayı unutmuş olduğu bölgeye girdiğimde karanlığı yaran tek şey arabamın farlarıydı. sert bir frenle durdurduğumda lastiklerden bir feryat koptu. umursamadan indim arabadan. bu defa da ayaklarıma bırakmıştım gideceğim yeri.

sakin sayılamayacak adımlarla yürüdüm. her adımımda daha çok çekiyordum serin havayı içime. cayır cayır yanan içimi söndürsün diye. her nefesimde biraz daha yanıyordum, kırık duygu parçaları binbir taneye ayrılırken ciğerlerime saplanmıştı ve canımı yaktığı yetmezmiş gibi unufak ediyordu beni de. kendimi tüm bunları görmezden geldiğime inandırdığımda yaklaşmıştım kıyıya. sahilin en ıssız kesiminde arıyordum huzuru. kendimle baş başa kalmamak için denizi seçiyordum hep. klişe miydim? belki. ancak her defasında eşlik ediyordu bana arkadaşı olan serin meltemle beraber. her gelişimde kabul etti beni yanı başına. insanlara kıyasla iyi bir dert ortağıydı, sır da çıkmıyordu ondan ne de olsa.

sessizce oturdum kıyıya. dalgaların ucu ile ayaklarım arasında iki karışlık mesafe bıraktım yalnızca. göremediğim ufka bakıyordum, ara ara da zifiri karanlık aracılığıyla az çok seçilebilen gökteki toz tanelerine.

içimdeki öfke durağanlığımdan bıkmış olmalı ki elim yanımdaki çakıllara uzandı. öylesine herhangi birini seçtiğim taşı kavradım tüm gücümle, dünya üzerindeki tek amacım onu elimde tutmakmış gibi bastırıyordum her parmağımı pürüzsüz doku üzerine. birkaç saniye sonra amacım tamamen tersine evrildi, parmaklarımın hapsine kıyasla daha özgür olacağı bir yere bıraktım onu. maviliklerini içine gömmüş olan denize.

"hey!"

yalnız olduğumu düşünüyorken karanlıktan gelen ses yanılgımı yüzüme vurmuştu. eş zamanlı olarak irkilerek sesin geldiği yöne çevirdim başımı.

"suyun canının acıyacağını bilsen yine de atar mıydın o taşı?"

dudaklarımdan konuşan karaltının saçmalıklarını anlamlandıramadığımı belirten bir nida firar etti. cevap vermem, en az sorusu kadar mantıksız olurdu. ancak mantık arayan kimdi?

"sonrasındaki ses hoşuma gidiyor."

duraksadı. belki cevap vermemi beklemediğinden, belki cevabımın niteliğinden.

"bu evet anlamına mı geliyor?"

omuz silktim karşımdaki karaltıya göremeyeceğini bildiğim hâlde. sonrasında tepedeki sondördüne çevirdim başımı. dolunay kadar göz kamaştırmıyordu ama ben, bir anlam yüklemeksizin en çok sondördünü seviyordum. yorgunca topladığı ışık tanelerini aynı yorgunlukla aktarıyordu dünyaya. bilmiyorum, gözüme sevimli geliyordu.

göğün manzarası ve dalgaların kavgası beni mayıştırmaya yeterliyken yanımdaki yabancıyı unutuvermiştim. insanın böylesine tuhaf bir diyalogtan sonra yanındaki yabancıyı aklının sınırlarından dışarıya koyması mümkün müydü?

geçerli sebepleriniz varsa evet, fazlasıyla mümkün.

"peki, ya sen?" diye sordum yabancının birden aklıma düşmesiyle. "sen bile bile yakar mıydın denizin canını?"

onu ikinci kez duraklatmıştım. madem şaşıracaktı, neden konuşma başlatmıştı ki?

"sanırım, hayır." tekrar bir duraksama. "bile isteye can yakmak korkunç. tabii, insanlar genelde yapıyor bunu."

başımla onay verdim kendimce. görmeyeceğini biliyordum, bedenini seçebilmem bile olanaksıza yakındı. beynim uyuşmuştu. ne yaptığımı ya da ne düşündüğümü fark edemiyordum. neyi düşünmem gerekiyordu, neyi odağıma almalıydım ve bunu neye göre yapmalıydım? aklım buz tutmuşken dikkatimi toplayabilen tek şey yine o karaltının sesi oluyordu. komik.

"sık geliyor musun buraya?"

elimi yaslamış olduğum yanağımdan çekmeden yanıtladım, "sayılır. ama ilk defa denk geliyorum sana."

normal şartlarda tanımadığım biriyle senli benli konuşmaz, bunu da çok ciddi bir prensip hâline getirirdim. sebebi hakkında hiçbir fikrim yoktu, dışarıdan bakıldığında lüzumsuz bir takıntıdan başka bir şey değildi. fakat şu noktada normal olan ne bendim ne o ne de içine düştüğümüz saçma diyalog.

"tuhaf."

tuhaf. bu atmosfere herhangi bir açıklama getirebilecek tek kelime. kendimi birden burada bulmam, hayalet gibi biriyle konuşmam, sorular ve cevaplar. hepsi tuhaftı. normal algımın sığ oluşundan da kaynaklanıyor olabilirdi, bilmiyorum.

ayaklandığını duydum. hemen ardından da üstünü silkelediğini. gitmeye hazırlanıyormuş gibi bir hâli vardı ki yanıltmamıştı beni.

"bir dahaki karşılaşmamıza kadar şu taş atma olayını gözden geçir, olur mu? görüşmek üzere."

hevesli çıkan sesiyle sorduğu sözde sorusunun sözde cevabını beklemeden uzaklaştı. sanırım koşuyordu ya da çok hızlı yürüyordu. görebilecekmiş gibi uzaklaşan adım seslerinin olduğu yöne bakakalmıştım. tekrar karşılaşacağımızdan emin oluşu aklımı bulandırmıştı. farklıydı. onda ilgi çeken şeyin ne olduğunu kestirememiştim ancak minnet duyduğumu çok keskin şekilde hissedebilmiştim. yalnız kalmam gerektiğini düşündüğüm anda bunun doğru olmadığını kanıtlamak için yanıma gönderilmiş gibiydi. ona o taşı atmayacağımı söylesem teşekkür yerine geçer miydi?



hold your soul in, xiaoderyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin