12

94 12 3
                                    

"bazen diyorum ki; al şu kavanozu sumi'nin kafasına sok sonra üzerinde kır." elimdeki yastığı kapının önünde dikilen abime fırlattığımda havada yakalamıştı. bir yandan nutella kavanozunun içinden çikolotasını yiyor bir yandan da bana bulaşıyordu. klasik abi görevi.

bağırarak gitmesini söylesem de gitmiyordu, "arkadaşların geliyor, odandan çıkmayabilirsin."

"yo çıkarım. kilitle bi' de istiyosan." dediğimde yüzünde oluşan sırıtışa baktım, deliydi bu.

kavanozunu kapattı, "şaka yaptım, ne yapıyorsan yap. ama kız arkadaşlarını çağırma yeter." dediğinde taklidini yaptım, "erkek arkadaşımı çağırabilir miyim yani? ne bu cinsiyetçilik?"

"erkek arkadaşın mı var?" dediğinde kafamı salladım, "sohn youngjae." dediğimde ciddi bir şekilde ona sevgilimi söyleyeceğimi sanmış olmalı ki kahkaha atmıştı.

"iyi, çağır. ne yapıyorsan yap."

çağıracaktım. çünkü o sürekli arkadaşlarını çağırıp evi meşgul ediyordu ve annem hiçbir şey demiyordu. ben çağırdığımda hep dünya savaşı çıkıyordu evin içinde, o yüzden abimle aynı anda aynı halktı yersem fark edilmezdi.

ilk önce yujin'i aradım, o da sevgilisi jacob'u aramıştı. bora'yı da arayıp en son olarak youngjae'yi aramıştım.

en son youngjae'yi arasam bile ilk gelenin o olacağından adım gibi emindim. abim kapmadan önce mutfaktaki bütün yiyecekleri odama kaçırmıştım, görse muhtemelen ağzıma sıçardı ama ilk önce ben almıştım.

youngjae'nin mesajıyla birlikte aşağı inip arkadaşlarıma kapıyı açmıştım. son dakika haber verdiğim arkadaşlarım abimin arkadaşlarından daha hızlı gelmişlerdi. gurur verici

ve şimdi

odamda bomboş oturuyorduk. ne yapacağımıza karar vermeden onları çağırmamdan dolayı da ben suçluydum.

bora gidip mangalarımın içinden birini alınca onu izledim, diğerleri de onun yaptığını yapmışlardı. ne yani oturup manga mı okuyacaktık?

heyecanla ayağa kalktım ve filmlerimi izlemek için yeni aldığım projeksiyonu çıkardım, boş duvarıma yansıttığımda kimsenin ilgisini çekmemişti. sanırım manga okumak onlar için daha eğlenceliydi.

"ya sumi," dediğinde yujin'e baktım, "boş ver bunları, birlikte ghibli movies izleyelim."

yujin'e sevinçle sarılırken beni tek anlayanın o olduğuna dair bir sürü şey dile getiriyordum. yujin'e istediğini seçme hakkını tanırken puflardan birine oturdum ve yanımda ciddiyetle mangasını okuyan youngjae'nin bacaklarını kenara itekledim.

"prenses mononoke?" dediğimde yujin saçları geriye attı ve, "tabi ki." diyerek gülümsedi.

yanımda ağlayan youngjae burnunu çekti, "tohru, kyo'yu terk edecek mi?" fruits basket okuyordu ve gözyaşlarına boğuluyordu. her defasında okuduğu şeyi neden sorgulayıp durduğunu ben de bilmiyordum ama ağlayan oğlana sarılmak benim görevim gibi bir şey olmuştu artık.

"sümüğünü üstüme akıtma. sakın." dediğimde yarı gülümser şekilde kollarını belime sardı ve burnunu boynuma doğru dayadı, bu çocuk neden böyle duygusaldı cidden?

kapının aniden açılmasıyla korkuyla sıçramıştım, içeri giren chanhee ile uzun bir süre bakıştıktan sonra ne için geldiğini akıl edebilmiş ve youngjae'yi kendimden uzaklaştırmıştım.

her zamankinden daha soğuk görünüyordu, pufun üstünden atlayıp kapıda duran chanhee'nin yanına ulaştım. "abin, içecek istiyor." dediğinde mutfağa gitmek üzere kapıdan çıkmıştım.

ama elimden tutup beni banyoya sokan chanhee ile göz göze gelmiştim.

choi chanhee | it's our secret Donde viven las historias. Descúbrelo ahora