final ❊ part two

65 4 5
                                    

Devi'den

Ellerim donuyordu, çok yorgundum; saçlarım ise birbirine girmiş vaziyetteydi. Kabanımın cebinden telefonumu çıkarıp saate baktım. 01.23. Direksiyondaki ellerimi hafifçe yukarı aşağı oynattım. Solumdaki camdan Calum'un gittikçe gözümde büyüyen evine baktım. Evinde olup olmadığını bilmiyordum bile.
Elaine'i aramaya karar verdim. Muhtemelen uyumuştu bile, fakat ne yapacağımı bilmiyordum. Ayaklarım niçin beni buraya kadar getirmişti onu da bilmiyordum. Buradaydım işte. Calum'un evinin önünde.
Elaine'in numarasını bulup, arama tuşuna bastım.

Uykulu bir ses ile telefonu açıldı. "Alo?"
"Alo, Elaine?"
"Devi? Saat...01:26." Duraksadı ve korkmuş bir ses ile devam etti. "Sen...sen neredesin?"
"Ben yurttan çıktım. Şu an...Calum'un evinin önündeyim ben."
"Neredesin, neredesin?" Sesi bir anda hızlandı ve ciddileşti. "Saçmalama. Şaka yapıyorsun herhalde?"
"Maalesef, hayır. Yapmıyorum. Geldim, kapının önünde arabamın içinde bekliyorum." Soğuktan burnum akıyor vaziyetteydim. Burnumu kullanmadığım elimle sildim.
"Neden maalesef? Neden gidip içeri girmiyorsun?"
"Çünkü evinde mi bilmiyorum. Ailesine de rezil olmak istemiyorum."
"Mantıklı. O zaman mesaj at?"
"Ne diyeceğim, evinin önündeyim mi?"
"Hayır, evinde misin diye sor."
"Cevap vermezse ne yapacağım?"
"Arkadaşı yok mu bu çocuğun? Ona sorarsın."
"Onlar da cevap vermezse ne olacak, aptal gibi bunca yol gelmiş olacağım."
"Olabilir, nefes almaya çıktın gibi düşün." Kafamı salladım. "Tamam...tamam bunu yapabilirim galiba."
"Yapabilirsin tabii, ne ki yani, alt tarafı üç yıldır konuşmadığın bir erkeğin kapısının önünde gittin spontane bir şekilde." Derin bir iç çektim.
"Çok rahatladım sayende, sağ ol gerçekten."
"Hadi, oyalanma. Beni de haberdar et, merak ederim." dedi kıkırdayarak.
"Tamam."

Kalbim boğazımda atıyor gibiydi, ellerim terlemeye başlamıştı ve karnıma ciddi bir ağrı girmişti. Bu kadar stres olacağımı düşünmemiştim, düşünseydin buraya gelmezdim zaten. Ama düşünememiş olmam da tuhaftı, ne yani, yıllardır konuşmadığınız birinin kapısının önünde habersiz bir şekilde gecenin bir yarısı geldiğinizde rahat mı olmanız gerekiyordu? Elbette hayır.

Elimdeki telefonun dışarıdaki ışığa kıyasla pek de kısık olmayan ekran parlaklığına karşı gözlerimi kısarak bakıyordum, yalnızca bir parmak hareketi ile bu iş bitebilirdi. Kaybedecek bir şeyim yoktu.
Yoktu, değil mi?
Yoktu.

'Calum T. Hood'. Arama tuşuna basmamla sol elimin işaret tırnağını ağzıma götürmem bir oldu. Evet, aramıştım. Evet, çalıyordu. Güzel, diye düşündüm. Demek ki engellenmemişim, iyi bir şey bu.

"Alo?" Yalnızca 4 kez çaldıktan sonra açmıştı. Demek ki öncesinde bir durdurup düşündürtecek kadar önemli biri değilim artık.
"Alo, Devi?" En azından numaram silinmemiş.
"Devi, orada mısın? Bir sorun mu var?" Bir sorun olmadığı müddetçe aramıyor muyum seni yani?
"Devi, beni korkutuyorsun. Orada mısın? Alo?"

Cevap veremiyordum, resmen felç olmuş gibiydim. Ağzım kıpırdamıyordu, beynim susmuyordu ama ağzım kıpırdamıyordu. Çok tuhaftı. Böyle bir şeyi deneyimlememiştim hiç.

"Pekala, kapatıyorum." Kapatma.
"Devi, duydun mu? Kapatıyorum." Kapatma.
"Bilmiyorum dostum, sanırım yanlışlıkla aradı." Tanrım, yanında birileri mi vardı? Şükürler olsun bir ses çıkarmamıştım, yoksa yanındaki insanlara da rezil olacaktım. Onu ancak ve ancak yanlışlıkla arayabilecek olmamı düşünmesi daha iyiydi. Değil mi? Ev- Tanrım!

"Devi? İyi misin?"
"Dostum dışarıda biri kaza yaptı sanırım," dedi Luke'un sesine benzettiğim bir ses.

Ben tam bunları düşünürken, tam ses çıkarmadığımdan ötürü şanslı olduğumu düşünürken arabamın lanet alarmı ötmeye başlamıştı. Ne oluyor tanrı aşkına?
Arkamdaki aptal, yanlışlıkla arabasını arabama çarpmış olmalıydı. Şerefsiz.

Alelacele arabadan indim.
"Çok üzgünüm. Çok- Devi?"
"Michael?" Tanrım, ben lütfen; lütfen şu an rüya görüyor olayım. Tanrım, hiçbir dilek dilemeyeceğim bundan sonra...bu bir rüya olsun.

"Devi, ben...bir dakika...senin burada ne işin var?" Michael şaşkınlığını gizleyemezken Calum, Luke ve Ashton, Calum'un ailesinin evinden hızlı bir şekilde dışarıya çıktılar. Merdivenleri hızla inerlerken ben yalnızca ellerimle yüzümü kapatıyordum. Öyle sert bastırıyordum ki ellerimi yüzüme, ileride ameliyat yapmak zorunda kalabilirlerdi onları yüzümden kazımak için.

"Ne oldu?" diye sordu Calum, soğukkanlılığını koruyarak. Cevap vermedim.
"Dilini yutmuş olmalısın, yaklaşık 10 dakikadır ne telefonda ne şu anda bana hiçbir cevap vermediğine göre..." dedi alaylı bir tavırla. Ne diyebilirdim bilmiyordum. Dilim yerinden oynamıyordu bile.

"Calum, biraz yavaş ol. Arabasına çarptım. Ama sanıyorum çok bir problem yok. Yalnızca hafif bir çizik." dedi Michael.
Calum olduğunu düşündüğüm birinin eli, bileğimi yumuşakça fakat tavırlı olduğunu hissettiğim bir şekilde kavradı. Tavırlı oluşu beni sinirlendirmişti dolayısıyla bileğimi elinden kurtardım. "Dokunma," kaşlarını çattı.
"Dokunma." diye tekrarladım.

"Biz...sizi yalnız bırakalım." dedi Ashton, Luke ve Michael'a içeri gelmeleri için işaret vererek. Eve girdiklerinden emin olduktan sonra Calum kafasını bana çevirdi. Kafası karışmış bir şekilde yüzüme bakıyordu. Bir şey söylemiyordu. Keşke bir şey söyleseydi.

"Üzgünüm," dedim. Aslında üzgün değildim, ne yapmıştım ki? Ama bir şey söylemem gerekiyordu. Kızamazdım, çünkü onun bir suçu yoktu. O yüzden üzgün olduğunu söylemek daha kolay gelmişti.

"Üzgünüm, haber vermeden geldim." dedim.
"Üzgünsün...üzgünsün...peki."
"Ne dememi istiyorsun?"
"İnan bilmiyorum. Sadece bunu duyacağımı tahmin etmemiştim."
"Ne tahmin etmiştin tam olarak?"
"Bunu değil."

Uzun bir sessizlik oldu. Donmuş vaziyetteydim, ayaklarıma bakıyordum öylece. O da korkusuzca yüzüme bakıyordu. İğrenmiş bir surat ifadesi varmış gibi hayal ediyordum onu. Benden iğrendiğini düşünüyordum. Benimle ilişkisini sürdürmedi sonuçta değil mi? Melanie ona daha cazip bir fikir gibi gelmişti.

"Ee?" dedi sabırsızca. "Neden burada olduğunu söylemeyecek misin?"
"İlişkin devam ediyor mu?" diye sordum kafamı kaldırıp gözlerimi gözleriyle hızlıca buluşturarak. Korkmadığımı düşünmesini istiyordum, bu sebeple direkt konuya girmek istedim.
"Ne ilişkisi?"
"Gerçekten sormuyorsun herhalde bunu." dedim kaşlarımı çatarak.
"Melanie'yi diyorsun." dedi kollarını önünde birleştirerek.
"Ne yani başkaları da mı oldu?" Omuz silkti. Omuz mu silkti? Tanrım.
"Niye geldin, Devi?"
"İlişkin olup olmadığını söylemezsen söyleyemem, prensip meselesi." dedim.

Buraya gelme sebebim onunla konuşmak, her şeyi açıklamak veyahut ayrılışımızın üstüne saatlerce analiz yapmak değildi elbette. Değildi. Azgınlığımın azizliğine uğramıştım. Calum boşta ise, cinsel açıdan bana zarar vermeyecek ve başka bir amacı olmayacak tek insan o olduğundan, onunla yatacaktım. Şaka yapmıyordum, gerçekten bu düşüncenin gazına gelerek hareket etmiştim. O yüzden konuşamıyordum zaten. Çünkü bu utanç verici bir sebepti birinin kapısına gelmek için. 23 yaşındaydım ve henüz kimseyle yatmamıştım, ilk deneyimimin de tanımadığım biriyle olmasını istemiyordum. Calum hayatım boyunca yanında güvende hissettiğim tek kişiydi, dolayısıyla onun kapısına gelmiştim. Fakat bunu nasıl söyleyebilirdim bilmiyordum. Söylememeliydim, elbette. Elbette.

"Kimseyle birlikte değilim, Devi. Bunun konumuzla ne ilgisi var? Gecenin bu saatinde neden buradasın diye soruyorum."
"Calum..." utandığım için yüzümü kapadım. "Söyleyemem. Lütfen, lütfen sorma. İçeri geçelim ve konuşalım. Sen istediğin başka bir şeyi sor, cevaplayayım. Ama bunun cevabı bırak bende kalsın." dedim. "Yalvarırım."

"Ama..." sözünü kestim. "Yalvarırım dedim. Sizinle konuşmayı özledim, geldim işte."
"Çocukların burada olduğunu bilmiyordun bence."
"Bilmiyordum. Artık biliyorum. Hadi içeri al beni, böyle dönmeyeyim. İstediğini sorabilirsin, izinlisin."
"Sağ ol ya," dedi alaycı bir şekilde. Parmaklarımı araladım ki yüzünü görebileyim. Parmaklarım arasından sağ gözümle yüzünü süzdüm. Aynıydı.
"Hadi tamam, tamam." dedi ve arabamın kapısını kapadı. "Bunu yarın hallederiz." dedi arabanın sağ arkasını, çiziklerin olduğu yeri göstererek.
"Teşekkür ederim." dedim utana sıkıla.

linger ➳cthМесто, где живут истории. Откройте их для себя