0.2

3.5K 145 31
                                    

Kulağımdaki kulaklıkların birini çıkardım ve çalan şarkının yanında etraftaki sesleri de duymaya başladım. Evin biraz uzağındaki bir fırına kadar yürümüştüm, tezgaha uzaktan bir bakış atıp ayçöreği görmem ile yüzüme bir gülümseme yayıldı. Niye olduğunu bilmiyorum, fakat ayçöreğini gerçekten seviyordum. Bunun tadıyla alakası yoktu, ondan daha iyi olan başka bir çörek illa vardı. Konu, yerken ki hissetiklerimdi.

Evet, garip geliyor olabilirdi fakat ayçöreği yerken iyi hissediyordum. Sadece fırının önünden geçerken, burnuma dolan kokusu bile gülümsememe yetiyordu.

Hafif terli, enseme yapışmış kestane rengi saçlarımı toparladım ve bileğimdeki tokayla gelişigüzel bir topuz yaptım. Öne doğru çıkıp satıcıyla konuşurken burun hizasındaki perçemlerim topuzdan kurtulup yüzüme düşmüştü bile.

Üç tane ayçöreği alıp tekrar eve doğru giderken saate baktım, evden çıkalı kırk dakika olmuştu. Normalde çıktığım yürüyüşlerde en az iki saatimi harcardım fakat bu gün dayanamamıştım. İçimi dolduran bir merak vardı, mavi gözleriyle bana meydan okuyan bakışların sahibi.

Junior'un arkadaşı olduğunu bildiğim için evi rahatça bırakmıştım, fakat ne yaptığını merak etmiştim. Gitmiş miydi, yoksa bana güvenmiş ve duş mu almıştı? Biraz meraklı bir insandım, ve hayattaki en önem verdiğim konulardan biri güvendi. Biri bana güvenmiyorsa, hay hay. Onu çabucak hayatımdan çıkartabilirdim.

Kulaklığımın tekini tekrar kulağıma götürdüm ve tüm düşüncelerimden müzik sayesinde kurtuldum. Benim de kaçış yöntemim buydu.

*

Anahtarımla kapıyı yavaşça açtım ve içeride olup olmadığını tahmin etmeye çalıştım, kapıyı kapattıktan sonra bakışlarım koridordaki ıslak adımlara takıldı ve evde olduğuna emin oldum.

"Ben geldim!" Diye seslendikten sonra ceketimi çıkartıp kapının yanındaki vestiyere astım ve elimdeki ayçörekleri ile mutfağa girdim. Düşündüğüm gibi, ıslak saçları ve buruşmuş kirli giysileri ile bar taburesine oturmuş çaprazındaki televizyonu izlerken muz yiyordu.

Elimdeki poşeti tezgahın üzerine bırakıp ona döndüğümde o da bana dönmüştü. "Sen yemek yemiyor musun?" Diye sorduğunda elinde tuttuğu muzu bana doğru tuttu. "Muz, yulaf ve süt dışında." Mutfağı karıştırmış ve bir şey bulamamıştı. Yulaf, süt ve meyve kombinasyonunu seviyordum. Genelde canım bir yemek çektiğinde, o akşam yetecek kadar malzeme alıp yapardım. Dolaplar çoğu zaman boş kalırdı, ama son bir haftadır gerçekten alışveriş yapamamıştım, son kalan muzu da o yemişti.

"Yiyorum." Dediğimde kaşları havalandı ve beni baştan aşağı süzdü.

Süt çıkartıp iki bardağa doldurdum ve yanına oturup birine onun önüne bıraktım. Elimdeki poşeti ikimizin arasına bıraktıktan sonra perçemlerimi kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Sever misin?" Diye sorup çenemle poşeti işaret ettiğimde beni izleyen mavileri, yeşillerimle buluştu ve bakışları poşete döndü. Poşeti açıp içinden birini aldı.

"Muzdan iyidir." Kıkırdadım ve bende birini alıp zevkle yemeye başladım.

"Teşekkür ederim." Dediğinde, ayçöreğini bardağın yanına bırakmıştı. "Yani, her şey için. Sabah biraz sert davrandım."

Isırdığım koca lokmanın üzerine bardaktaki sütten bir yudum aldım. "Sorun değil." Havalanan kaşlarıyla bıraktığı ayçöreğini geri aldı ve tek lokmada yarısını bitirdi. Bunu düşünerek ona iki tane almıştım.

Ineffable | mauro icardiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin