beş

89 9 55
                                    

son iki aydır, senin benimle yakınlaşmaya başladığından beri, sanki siyah beyaz gördüğüm ve hiçbir his uyandırmayan etrafım değişmeye başlamıştı.

önce sen silik silik renklenmeye başlamıştın, bunu ilk fark edişim birkaç gün önce bir gece yarısı sarhoş eve geldiğinde olmuştu. arkadaşlarınla çok fazla içmiştin ve nedense apartmana girdiğinde eve girmek yerine kapıma tekmelerle vurmuştun seni eve alayım diye.

o gün gerçekten de çok komiktin, tuvalete gidip içinde ne var ne yoksa kusmuştun ve daha sonra da tuvalette uyuyakalmıştın. o haline kahkaha atmamak için kendimi tutmaya çalışsam da başaramamıştım, ki bu gerçekten çok şaşırdığım bir şeydi çünkü kahkahanın ne demek olduğunu unuttuğumu sanıyordum.

daha sonrasında seni zorla cılız ve güçsüz vücuduma rağmen yerden kaldırıp küvete oturtmuştum ve üstüne soğuk su tutmuştum ayılman için. çığlık atarak bana bağırman kulaklarımdan hâlâ gitmiyordu, küvetin içinde balık gibi çırpınman da gözlerimin önünden...

çok ayıldığın söylenemezdi ama ben seni ıslatmaya devam ederken birden duş başlığını alıp beni ıslatmaya başlamıştın, bu sefer de suyun soğukluğundan dolayı çığlık atma sırası bana geçmişti. sen beni ıslatmaktan bıkıp bu sefer küvetin içinde uyuyakaldığında ben de küvete oturup sırtımı duvara yaslayıp bacaklarımı da dışarıya doğru sarkıtmıştım.

bulunduğumuz durum gerçekten de çok garip gelmişti.

birkaç dakika seni izlemiştim öylece. nasıl böyle bir insan olduğuna asla anlam vermiyordum, yakın arkadaşların sana sahip oldukları için o kadar şanslılardı ki bir anlığına onları deli gibi kıskanmıştım. daha önce senin kadar hayata dolu dolu bağlı, neşeli, karşısındaki insanlara empati kurmayı becerebilen birisiyle tanışmamıştım. asla karşılık beklemezdin yaptığın şeylerde, kendin istediğin için yapardın, bencil değildin bir kere... hep benim olmak istediğim kişiydin, seni tanıdığım bu bir aylık süreçte sana o kadar hayran kalmıştım ki satırlara döksem içimde hissettiğim o karmaşık hisleri sen dahi anlayamazdın.

bir şeyler mırıldanmaya başladığında seni izlemeyi bırakıp kulağımı dudağına yaklaştırmıştım. "gözlerin..."

"benim mi?"

"evet... o kadar güzel ki maviliğinin derinliğinde insanın yüzesi geliyor."

cümleyi yarım yamalak ve uzun süre içinde kursan da ne dediğini anlamayı başarmıştım ama dediğin şeye o kadar inanamamıştım ki "acaba ben mi yanlış duydum?" diye kendimi sorgulamıştım bir kaç saniye.

hiçbir şey diyememiştim, kafamı kaldırıp yüzüne bakmıştım bu yüzden. dudaklarında ufak bir gülümseme vardı sadece ama bu çenenin kenarındaki o çukurun çıkmasına engel olamamıştı, kalbimin atışını daha önce hiç o kadar fazla hissetmemiştim.

"neden?" demiştim elimi kalbimin üzerine götürürken. "neden en ufak iltifatında bile kalbime bir şeyler oluyor?"

ilk defa o zaman sanki renkleri canlı görmüştüm, ilk defa senin gülümsemenle renklenmişti her şey. kalbimde kelebekleri uçurmanla, gözlerimi değerli hissettirmenle, bakışlarınla...

içimdeki şeyin yaşadığım duygu boşluğundan mı olduğunu bilmiyordum ama hissettiğim bu his o kadar güzeldi ki bırakmak istemiyordum, hep içimde bir yerlerde hissetmek istiyordum.

o günün üstünden birkaç gün geçmişti ve sen odasından hiç çıkmayan, çıksa bile sahilden başka bir yere gitmeyen beni sokağa çıkartmayı başarmıştın çünkü bugün yılbaşıydı. sana "arkadaşlarınla neden değilsin?" diye sorduğumda "toplaşmak yerine aileleriyle kutlamaya karar verdiler, açıkçası ben de eve iki saatlik yolu gitmeye çok üşendim. aramızda kalsın aslında annemin kız kardeşleri geleceği için gitmedim." demiştin. "ve yılbaşıları yalnız kutlanmaz!"

cafunéHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin