14

472 51 73
                                    

ellerimi karşımdaki tanımadığım çocuğun kalçalarına götürdüm. yüksek sesli, fazlasıyla bangırtılı müzikte vücutlarımız kıvrakça hareket ediyor, şarkının ritmiyle sallanıyordu.

bedenindeki elim, çocuğun bana daha çok sokulmasına neden olurken dudaklarını, sus çizgime bastırdı. ellerini ensemde birleştirdi ve alnını benimkine dayadı.

kalçalarını sıktım ve uzun parmaklarım belini kavradı.

çocuğu ayakta tutarken aramızdaki bir adımlık mesafeyi de kapattım.

bütün bu yaptıklarım, bütün bu yakın temaslar, büyük koltukların bulunduğu locada oturan ve kolunun altındaki kızı öpen soobin'i kıskandırmak içindi.

hiç inkar etmiyorum, hepsi tamamen onu çıldırmak içindi. tek amacım kudurmasıydı.

beni o gün, ardında öylece bırakıp gitmesinin cezasını ödüyordu.

ve sanırım amacıma da ulaşmıştım. bizi gördüğü an, karşımdaki oğlanın elinden tutup ikimizi de sahneye sürüklediğim andan beri, bakışlarını üstümüzden ayırmıyordu. adeta avını izleyen yırtıcı bir hayvan gibi görünüyordu ve bu beni o kadar tatmin ediyordu ki, karşımdaki çocuğun çenesinden tutup burnunun üzerine küçük bir öpücük kondurmama neden oldu bu hareketi.

soobin'inde, bedenimin adeta bütün olduğu çocukta, bende çakır keyiftim.

çocuk şikayetçi değildi, ben ise hiç değildim.

ama soobin, onunla ilgilenmesi için yakında mutasyon geçirecek kızı kendinden her defasında uzaklaştırıyor ve gözlerini bizden ayırmıyordu. öyle bir gücü olsa, gözlerinden alev ışınları gönderecekti bize. o derece sinirli görünüyordu. ama ben keyifliydim.

onu kıskandırmak için başkalarıyla temas edecek kadar hemde.

bu benim için sorun değildi, size yanlış gelsin ya da gelmesin, hiç umrumda değil. aşkımı kazanmak için elimden ne geliyorsa yapardım. buna başkasının kollarında olmakta dahildi.

şarkı değişip yerini birden daha slow bir parçaya bıraktığında barda neden böylesine hüzünlü bir parça çaldıklarını anlık sorgulasam da, bir dakika sonrasında unuttum ve kendimi yavaş hareketlerle yerimde sallanırken buldum.

sunoo.

karşımdaki çocuğun adı sunoo'ydu. anlık bir aydınlanmayla isminin doğruluğunu teyit etmek için kulağına adını fısıldadığımda, hımmladı.

içmiş olmama rağmen böylesine akıllı olmama gülümsedim.

o sırada omzuma düşen ağırlıkla sunoo, kollarımın arasında kendini bırakacak gibi oldu. çevik bir hamleyle belinden tutarak düşmesini engelledim ve elimi sırtına koyarak destek oldum.

bir şeyler mırıldanmaya başladığında laf arasında çok uykusunun geldiğini ve eve gitmek istediğini söyledi.

az içmesine rağmen sanırım bünyesi içkiye pek dayanıklı değildi.

görmediğini bilsem de başımı sallayarak onu onaylayıp insanların arasından ikimizi de yavaş adımlarla yürüttüm ve salondan uzak, koridorun en sonundaki odanın kapısını açıp içeri girdim.

odada tek kişilik bir yatak ve sehpa ile ufak bir giysi dolabından başka bir şey yoktu. sanırım misafirlerin kaldığı oda burasıydı.

sunoo'yu yatağa yatırarak üzerine kenardaki pikeyi örterken, kapı aniden açıldı.

korkarak kapıya döndüğümde, karşımda en son görmeyi bile beklemediğim kişi, soobin duruyordu. peşimizden gelecegini düşünmüyordum. sunoo, uykum geldi dedikten sonra onu nereye yatıracağım hakkında bir şey düşünemediğimden, o an soobin'i unutmuştum.

open the door | yeonbinWhere stories live. Discover now