Episode 5: Mountain House

477 68 447
                                    

Oy sınırı +30
Yorum sınırı +150

Kaybetme korkusu kadar insanı savunmasız hissettiren bir duygu yoktur. Çünkü bu sizin elinizde değildir. Bu bir ölüm de olabilir, bu bir ayrılıkta olabilir. Onu kaybetmemek sizin elinizdedir ama kaybettiyseniz artık elinizden hiçbir şey gelmez.

Korku kadar insanın bedenine, midesine, düşüncelerine zarar veren bir duygu daha yoktur. Hücrelerinize kadar hissedebileceğiniz tek duygudur. Sizi akıllandıran ama etkisi geçtiğinde eskisi gibi davrandıran tek duygudur. Bu da elinizde olan bir şey değildir.

Çaresizlik kadar insanı tüketen bir duygu daha yoktur. Bir şeyler yaparsanız vicdan azabı çekmemiş olacaksanız ama yapamıyorsunuz çünkü yapacak bir şey yoktur. Tek çareniz beklemektir ve siz bekledikçe çaresizliği içinize alacaksınızdır.

Pişmanlık kadar insanı düşündürten bir duygu daha yoktur. Hep o "keşke" yi düşündürtür size. Uyutmaz, geçmişe yakarışınızı körükler.

Öfke kadar insanı geriye dönülmeyen yollara sürükleyen bir duygu daha yoktur. Etkisindeyken size hissettiremeyeceği, yaptıramayacağı şey yoktur. Ve o öfke geçtiğinde artık yaptığınız hiçbir şey başa sarılmayacaktır.

Kabullenememe kadar insanı endişeye sürükleyen bir duygu daha yoktur. Aslında ne olduğunu biliyorsunuz ama korkudan kabullenemiyorsunuz. İstemiyorsunuz ama aslında istiyorsunuz ve bunu kabullenmek istemiyorsunuz. İstediğiniz için endişeleniyorsunuz.

İşte buradaydı. Gecenin bir saati yatağına uzanmış duvarı izliyor ve bu hisleri hissediyordu yalnız başına. Gideli üç gün olmuş olan adamı düşünürken, tavana bakarken bunları hissediyordu.

Nereye gittiğini bilmiyor, ne yaptığını bilmiyor, ne hissettiğini bilmiyordu. Tek bildiği babası olacak herif yüzünden buradan gittiğiydi.

Ne zaman onu bu kadar düşünür olmuştu? Ne zaman onun üstünde bu kadar titremeye başlamıştı? Zamanında hissettiği duygulardı başka insanlara karşı ama bu daha farklı bir şeydi.

Bu aşk veya sevgi değildi. Bu bir çeşit kapalı bir kutuyu açmak isteme, karışık olan bir labirenti çözmek isteme, bilmediği bir dili öğrenmek isteme gibi bir şeydi. Sanki o bir sırdı ve Louis bu sırrı öğrenmek istiyordu.

İçindeki sıkıntı düşündükçe artıyordu ve buna engel olacak kadar güçlü değildi. Kaybetme korkusu hissediyordu ama onun olmayan bir şeyi nasıl kaybedebilirdi bilmiyordu.

Korku hissediyordu ama nedenini bilmiyordu. Bu kadar üstünde durması normal bir şey değildi. Onun ne yaptığını bilememek onu korkutmamalıydı.

Çaresiz hissediyordu ama onun yapması gereken bir şey yoktu? Ona düşen bir şey yoktu ve onu bulma gibi bir şartı da yoktu. Ama o böyle hissedemiyordu. Onu bulmak, geri getirmek istiyordu ve bunu yapamadığı için çaresiz hissediyordu.

Pişman hissediyordu ama ne için onu da bilmiyordu. Belki de onu o kulübe çağırmamalıydı? 'Keşke' dedi içinden. 'Keşke çağırmasaydım.' İşte şimdi asla uyuyamayacaktı.

Öfkeli hissediyordu çünkü merak ettirme gibi bir hakkı olduğunu düşünmüyordu. Aslında kendisinin de öfkelenme gibi bir hakkı yoktu...

"Oooff" dedi yüzünü ovuştururken. "Bundan kurtulmam gerek."

O sırada kapısı sertçe yumruklandı. Gecenin bu saatinde kim gelmiş olabilirdi ki? Hızlıca yataktan kalktı ve uykulu gözlerle kapıya yöneldi. Karşısında Niall'ı görünce kaşların çattı.

"Üzgünüm bu saatte geldim ama hemen gideceğim." diye açıklamaya başladı Niall. "Harry'nin nerede olduğunu biliyorum ve artık onun için endişeleniyorum."

Cosa Nostra Where stories live. Discover now