GERÇEKLEŞEN KABUS

21 4 2
                                    

Başımdaki bu ağrı karşı konulabilecek cinsten değildi. Hatta o kadar çok başım ağrıyordu ki uykumdan bile uyanmak zorunda kalmıştım. Bedenindeki bu yorgunluğun sebebi dün fazladan mesaiye kalmış olmam olmalıydı. Zira tüm belgeleri baştan sona kontrol etmem gerekmişti ve tüm gecemi bu işe feda etmiştim. Boynumu bir tur döndürerek gözlerimi kırpıştırdım. Odam zifiri karanlıktı. Sokak lambalarını ne ara söndürmüşlerdi? Bu kadar ışıksız ortamda kalmak pek benlik değildi. Her yerim de tutulmuştu. Bir daha asla işlerimi son güne bırakmayacaktım. Saatin kaç olduğuna bakmam gerekiyordu. Bu yüzden yastığın altına uzandım. Elim yarı yolda dururken hâlâ ayılamamış zihnimle bir kez daha yastığın altına uzanmayı denedim. Bir şey elimi tutuyordu. Ellerimle gözümü ovuşturdum ve bileğime dokundum. Bu da ne? Kelepçe! Ben kelepçeli miydim? Neden ve nasıl? Korku bir anda bedenimi ele geçirirken yatakta oturur pozisyona geçtim.

Kaçırılmıştım! Neden? Şirket yüzünden mi? İmza yetkilerim yoktu, sıradan bir muhasebeciydim. Benden kim ne istiyor olabilirdi? Ayağa kalktım ve ne kadar ileriye gidebileceğimi ölçmek için ilerlemeye başladım.  Yataktan yarım metre kadar bile uzaklaşamamıştım. Bir anda odada çalan alarm sesiyle yerimde titrerken yüreğim ağzıma gelmişti. Tam önümde tuşlu bir telefon vardı. Yani kurtuluş biletim. Hızlıca telefona eğildim ve ellerimin kelepçe dolayısıyla biraz kesilmesini umursamadan telefonu elime aldım. Mutlulukla gülümserken alarmı kapatmaya çalışıyordum. Saat 07.07 alarmını kapattıktan sonra acil aramalar yerine girdim ve 112'yi tuşladım. Arama yapılmıyordu. Nefesimi düzene alarak tekrar denedim. Ve tekrar, ve tekrar.

Umutsuzlukla gözümden düşen birkaç damla gözyaşını sildim. Tarihe baktım. 07.07! Mesaiye ayın beşinde kalmıştım. Aman Allah'ım! Bir gündür burada bağlı mıydım!? "Noluyor be?" diye fısıldadım. Boğazım acırken telefonun ışığını kullanarak etrafa bakınmaya başladım. Burası çok ama çok küçük bir odaydı. Lamba, pencere, masa yoktu. Yatak, duvarlar ve bir demir kapı. Bir de sanırım elimde hiçbir işe yaramayan bu telefon. Şaka gibi!

Tam umudumu kaybetmişken telefonu aldığım yerin yakınında bir kağıt parçası gördüm. Yaşama sevincim tekrar yerine gelirken hızlıca kağıda ulaşmaya çalıştım. Elimle ulaşamayınca ayağımın altına alarak çektim. Artık kağıt ellerimin arasındaydı. Bir ayakkabım bile yokken sevindiğim bu kağıt parçasına inanamıyorum!

Telefonun ışığını açarak kağıttakileri okumaya başladım. "Konuşabileceğin tek kişi telefondaki o numarayken bakalım buradan bir ay içinde kurtulmayı başaracak mısın? Yoksa bir ayın sonunda sadece bir ceset olarak mı seni göreceğiz? Oyun başladı."

"Ne oyunu be?" dedim bu sefer seslice

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Ne oyunu be?" dedim bu sefer seslice. "Kimsin sen ve bu da ne?" diye bağırdım. Beni duyan var mıydı bilmiyorum ama katilimi görmek bu belirsizlikten daha iyidir diye düşünmüştüm. Sinirlerim allak bullak olmuştu. "Hangi numaradan bahsediyorsun?" diyerek kağıdı yatağın üzerine koyarak telefonu elime aldım. Gerçekten de tek bir numara vardı. Tuşlu telefon kullanmak çok zordu!

Bilinmeyen Tutsaklık ~Yarı texting~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin