2.6

6.4K 409 53
                                    

18.05.23

---♡---

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

---♡---

"Neva..."

Benim adım ne kadar da güzeldi böyle. Ses, ahenk demekti. Ama şimdi daha fazlasını hissediyordum. Hoş hissiyatlardı bunlar. Adımı anlamlı kılıyordu, nadir yapıyordu sanki.

"Neva... Duyuyor musun beni?"

Ninni miydi duyduklarım? Annenin çocuğuna merhametli sesiyle seslenişi gibi. Derin bir çukura düşercesine uykuya daha çok çekiliyordum bu naif sesle birlikte. Şimdi ise vücudumda dolaşan yumuşak dokunuş gibi geliyordu.

"Uykucu musunuz Neva hanım?"

Son kelimeleri daha net duyduğumda ve en son Ahi ile kafede uyuduğumu hatırladığımda hızla uzandığım masadan kalktım. Lakin Ahi'nin yüzünü görmemle kafa kafaya çarpışmamız saniyeler içinde olmuştu.

"Ahh!" Sersemce elimi alnımın üzerine koydum. Karşımda gülerek beni izleyen Ahi'ye baktığımda gayet sağlam duruyordu. "Afedersin."

"Günaydın." Dedi. "Çok acıdı mı canın?" Elini yüzüme götürür gibi oldu ama hemen geri çekerek karşımdaki sandalyeye oturdu.

"Hayır." Elimi çektim ve kaskatı tutulan boynuma götürdüm. Masada öylece, Ahi'yi izlerken uyuyakalmıştım. "Sana da günaydın." Etrafıma bakındığımda içerisi çoktan aydınlanmıştı. Kafede kahve kokusu çoktan dağılmaya başlamışken mahcubiyetle baktım yüzüne. "Tekrardan teşekkür ederim. Zahmet verdim sana."

Ahi başını beni onaylar gibi salladı. "Bu yüzden benimle kahvaltı yapmalısın. Ancak bu şekilde ödeşebiliriz."

"Müşteriler?" Dedim kafenin içine bakarak. "Onlar ne olacak?"

"Biraz beklesinler." Ayağa kalktı. "Ayrıca bana kahvaltı için yardım etmelisin."

"Tabii ki..yani ederim sana yardım." Onun gibi ayağa kalktığımda dün geceden benim için hazırladığı sandalyeleri düzeltmesine yardım ettim. Kahvaltıdan önce lavaboya gittim elimi yüzümü yıkamak için. O kadar tuhaf geliyordu ki şu an yaşadıklarımız, eve gitmeyi istemiyordum.

Aynadaki yansımama baktım. Gözlerim solgundu ama yüzümde Ahi'nin eseri tebessüm en canlı şekilde duruyordu. Açtığım suyla yüzümü yıkayıp saçlarımı düzelttim. Dün akşam bileğimdeki tokayla saçımı toplayacaktım lakin toka bileğimde yoktu. Düşürmüş olmalıydım, açık bıraktım kısa saçlarımı. Koskocaman heyacanla gittim Ahi'nin yanına. Babasıyla ilk defa kahvaltı hazırlayacak kız çocuğu gibi.

"Ben ne yapacağım?" Tezgaha doğru yaklaştım. Ahi ikimiz için gevrek almış, şu anda da portakal suyu hazırlıyordu.

"Gevrekleri ve kahvaltılıkları masanın üzerine yerleştirebilirsin." İşine odaklanmış gibi bakışlarını kaldıramazken dediğini yaparak tezgah üzerinde duranları boş masalardan birine yerleştirmiştim.

"Yerleştirdim." Dedim tekrardan yanına giderek.

"Aferin sana." Dedi alayla gülerken.

"Başka?" Dedim dağılmış saçlarına bakarak.

"Başka..." İki adımıyla dibimde biterken nefesimi tuttum. Ellerini yanıma uzattığında onun kalesindeki esiri gibi hissetmiştim kendimi. "Çilek reçelini unutmuşsun." Gözlerini gözlerimden çekmiyordu ama arka raftan aldığı aldığı reçeli ellerimin arasına bırakmıştı. "Çok tatlı."

"Öyle." Yutkundum. "Tatlı baya."

"Hıhım." Bakışları kısa bir anlığına dudaklarıma kaymış, hemen ardından geri çekilerek işine geri dönmüştü.

Nefes almayı hatırladığımda elimdeki çilek reçelini de masaya götürmüştüm. Şu an bu reçelden daha tatlı şeyler vardı: Ahi. Tüm tatlı kavramını tek başına karşılayacak kadar olan o adam.

Elinde iki bardak portakal suyuyla masaya oturduğunda hemen karşısına geçerek ben de oturmuştum. Başbaşa, karşılıklı kahvaltı yapacak olmamız ne kadar imkansız gelirdi bana. Ama imkansızı imkanlı yapan da kendisiydi. Bilmeden benim dünyamda nasıl yer edindiğini, küçük kız çocuğunun hayalindeki kahraman olduğunu.

"Portakal suyunu bitiriyorsun. Vitamin almalısın." Çatalını çilek reçeline götürdü. Üzerinde dünden kalan kıyafetleri vardı, onu zaten fazlaca zahmete sokmuştum. Hala beni düşünüyor olması çok hoşuma gitmişti.

"Teşekkür ederim." Portakal suyunun tadına baktım. Oldukça lezizdi. "Oradan bakınca vitaminsiz gibi mi duruyorum?" Dudaklarımı birbirine bastırarak baktım ona. Lafımla birlikte çatalını bırakıp yüzüme bakmıştı.

"Evet. Tenin solmuş." Gözleri artık yüzümün her zerresindeydi.

"Sen de yorgun duruyorsun."

Tebessüm etti. "Hayır, ben yorgunsuz duruyorum." Göz kırparak önüne döndüğünde sadece bakakalmıştım.

Ona anonim olarak kullandığım her kelimeyi bana resmen geri iade ediyordu. Belki de sevinmeliydim buna.

"Bu arada Neva..." Elini cebine götürürken dikkatle izledim onu. "Yıldızlarını düşürmüşsün." Avucunun içindeki kağıttan yıldızlara baktım kalbim ağzımda. Bu yıldızlar, kafeye geldiğimde ona bırakmak için yaptığım yıldızlardı. "Uyurken düşmüş olmalı."

"Senin olsun." Dedim zorla gülmeye çalışırken.

"Ben de çok var." Yıldızları masanın kenarına bıraktı almam için. "Bir gün bana da nasıl yıldız yaptığını öğretirsin."

Kalbin duvarlarına vuran bir sesle ortaya çıkan melodi etrafımızda kanat çırpan kuş gibi dolaşıyordu, görüyordum. Bakışları sardı ilk önce ikimizi, sözleri düş dünyamdaki kapıları araladı ikimize. Yeşil hareleri sessizce fısıldıyordu yazılan şiiri okumam için.

"Yıldızlar yapabilmek için çok sevmen lazım." Bir gülüş emanet ettim ona. "Yoksa parlamazlar." Gülüşü gülüşümü emanet olarak aldı. Biliyordum sahip çıkacağını.

"Belki de çok seviyorumdur."

Belki de çok seviyorsundur
Senin için yıldızları parlatan birini
Belki sen de düşlüyorsundur
Seninle hayallerini bölüşen birini
İhtimaller dünyasındaki
Tek imkansız senmişsin gibi
Ama dünyada kaderime denk düşensin
Kalbime ekilen ilk tohum gibisin
Can suyu olmuş göz yaşlarım
Ben seni çoktan büyütmüşüm
Söküp atmak öldürür bizi
Belki de
Ölümdür ikimizin ortak kaderi

---♡---

Seviyorsan Fısılda Where stories live. Discover now