9

310 32 21
                                    

keder, nefret, acı... ve dahası.

hatırladığım anıların her birinde az da olsa bulunan o saçma duygular.

kaçmaya çalıştığım, her kaçışımda da inatla düşüp bacaklarımı parçaladığım bir hayatım var. en büyük nefreti insanlara değil, kendime duyuyorum. en büyük kederi kendim için değil, sevdiklerim için yaşıyorum.

en büyük acıyı alelade şeyler için değil, yaşadığım için hissediyorum.

ölümü düşlemedim. ihtiyacım olan şey ölümden daha zor çünkü. hiç var olmamaya, hatırlanmamaya ihtiyacım var ve bunu yapabilecek hiçbir gücüm yok. öylece sürünüyor, sonun gelmesini umuyorum- gelse bile istediğime ulaşamayacağımı bilmekse, beni mutlu etmiyor.

bunu bana yapan da benim.

eğer duygularıma kapılıp öylece boşlukta savrulmasaydım bu konuma gelmeyecektim ama artık keşke demek için çok geç.

sevdiğim herkes uyardı beni.

özgür abi, mustafa abi, abim, annem, ablam... tanıdığım tanımadığım herkes! hislerin ne kadar yanıltıcı şeyler olduğunu bana defalarca söylediler ve ben inatla kendimi yola attım.

her şey üzerimden geçip gitti. bedenim parçalara ayrıldı.

hisler gözlerimi kör etti ve aç gözlü birine çevirdi.

cemal'i kaybetmek benim için o kadar ağırdı ki sonrasında nasıl başa çıkabileceğimi bilmediğim yollara girdim işte.

dinç de o yollardan en uzunuydu. bana daha fazla hasar veren, asla kurtulamadığım o yoldu.

cemal'i kaybetmediğimi anlamak için acı çekmem gerekiyordu belki de, diye düşünüyorum her defasında. belki bu kadar acı çektiğim için mutlu sona sahip olacağım...

ama bunları yaşamak zorunda mıydım?

gözlerimi sıcaklamaya başlamam üzerine isteksizce araladım ve beni sıkıca kollarına sarmış, derin uykusuna devam eden sevgilimin huzursuz yüzüne baktım. sargılı ellerine rağmen* sanki her an kaçabilirmişim gibi belimi sıkıca tutmuştu, canının yandığına eminim. derince iç çektim ve terli alnımı yeniden göğsüne gömdüm.

benim gerçekliklerden kaçma yolumdu o. bana tek zarar vermeyen biricik meleğimdi. o olmasa şimdiye kadar defalarca kez çıldırmıştım, aynı o bensizken nasıl çıldırıyorsa.

biz birbirimize mecburduk ve sanırım ikimizin de buna lafı yoktu.

"uyandın mı?" güçsüz, derin sese rağmen başımı daha çok gömdüm. "uyumak istiyorsan... uyu." cümlesinin arasında esnemesi içime kurt düşürünce başımı kaldırdım ve kızarık gözleriyle karşılaştım. "cemal?" kaşlarımı çatarak mırıldandım. "uyumadın mı sen?"

hafif bir gülümsemeyle eliyle başımın arkasını tutup, daha sıkı sarıldı. "kabus görüyordun." durakladığımda ekledi, "rahat uyuman için seninle konuştum."

yutkunmaya çalıştım ve sıkı kollarını gevşetmesini sağlayıp, elimi yanağına koydum. "her zamanki kabusl-"

"ne gördün?" sesi fazla... durgundu. bakışlarıysa endişeli duruyordu. cevap vermeyeceğimi bilmesine rağmen sorduğu içindi belli ki. "sonra." diye cevapladım düşüncesini doğru çıkararak.

kollarınıj titrediğini en yakından hissettiğimde endişeyle baktım ama dolu gözlerine rağmen gülümsedi. "peki."

kalbim parçalara ayrılmıştı.

ona nasıl anlatabilirdim ki?

daha kendime anlatamadığım şeyler vardı.

onu kullanmış olmaktan çok korkuyordum. çevremdekiler kullanmak değil dese bile cemal'in bu konuda ne düşüneceğini bilemezdim.

dudağıma var-yok arası değen dudaklarla düşüncelwrimden yine ayrıldım. "yemek yemek ister misin?" sesindeki kırgınlıkla iç çektim. "ben yap-"

"elini dinlendir." beni yatakta tek bırakıp gitti sonrasında.

bıkkın bir iç çektim ve elimi yüzüme vurarak sırt üstü yatmaya başladım. artık bu kırgınlığın uzamaması için bir şeyler yapmam gerekiyordu ve yapacaktım.

-

"yemeğe davet edelim mi onları?" masaya koyduğu tabakları bilerek fazla koymuştu özlem, bu sebeple gazete okuyan babasına dönerek sordu. "kimleri?" bilmezden gelerek konuştu ahmet bey.

elinde tencereyle giren güler hanım da istekle konuştu. "harika olur! ayas günlerdir eve gelmiyordu hem, görmüş de oluruz. özledim çok." her zamanki gibi neşeliydi.

"evin yolunu unuttuğundan gelemez." sinirli bir tavırla konuşan ahmet bey hala inatçılığını aşamamıştı. "öyle konuşma ahmet." onun inatçılığı vardıysa da güler hanım kadar olamazdı.

gazetesini sertçe çırpıp kapattı ve tek kaşını kaldırarak, kendine kızgın bir ifadeyle bakan eşine döndü. "güler oğlumuzun böyle kenarda köşede sürtmesine bu denli tepkisiz olm-"

"yeter artık." konuşmaya başından beri dahil olmayan mehmet sonunda dahil oldu. "yirmi bir yaşına geldi baba aş artık şunu. tercih ettiği kişi cemal ve-"

ahmet bey'in gür sesi herkesi susturdu, "son tercihinde onu hastanelerde sürünürken biz toplamıştık. bir şeyleri çok hızlı unutuyorsunuz." çok sertti sözleri.

güler hanım cevap verecek gibi oldu ama sonra susup, tabaklara yemekleri koymaya başladı. özlem de yardımcı olmaya devam etti.

cevap ise mehmet'ten gelmişti. "unutmadık." sesi sakindi, babasının dikkatinin kendine döndüğünü hissedince halıyı izlemeye devam ederek ekledi. "ama ayas bile önüne bakabilmişken neden geçmişe kazık çakmalıyız? önümüzde uzun bir yol var ve ayas bu yolu cemal ile yürümek istiyorsa bu onun tercihi." gözleri ahmet bey'e döndü ve gülümsedi. "onu kabul etmen lazım artık baba. onlar mutlular."

ve yeniden bir sessizlik oluştu.

kimseden bir ses çıkmazken, güler hanım, "hadi masaya." diye mırıldandı. kimse cemal'i ya da ayas'ı arama cüretine girmemişti. sessizlikte duyulan tek şey çekilen sandalyelerin sesiydi.

"kabul etmek istemediğimden değil," sessizlik yine ailenin erkeklerinden biri tarafından bozuldu. "cemal'e güvenmeyi çok istiyorum ama korkuyorum mehmet. ayas sizin kadar güçlü değil, çok özene ihtiyacı var ve cemal de ayas'a çok benziyor. birbirlerine iyi gelebilirler mi bilmiyorum." samimiydi.

karşısında oturan eşi uzanıp elini tuttu ve okşadı. "korkuların hepimizin ortak duyguları canım ama mehmet cidden haklı. o artık bir yetişkin, yıkılsa da kendi başına doğrulmayı bizden öğrenecek değil çünkü öğrendi. düşmeden yürüyemez ve sen onun düşmesine izin vermiyorsun." ahmet bey cevap veremeden çalan kapıyla durakladılar. özlem bir iey demeden kalktı ve kapıya baktı.

herkesin dikkati oraya yönelmişken içeri ayas girdi. fazla yorgun ama mutlu görünüyordu. "selam." diye konuştuğunda mehmet kahkaha attı. "iyi insan lafının üstüne gelirmiş!' güler hanım çoktan ayaklanmış oğluna sarılıyordu.

"cemal nerede?" beklendiğinin aksine bu soru ahmet bey'den gelmişti. "bugün iş görüşmesi var, o yüzden yanımda değil." annesinin alnını öptükten sonra gülümseyerek cevapladı. "yemekte size katılmamda sorun var mı?"

"senin için tabak koymuştum," özlem kardeşinin sırtını sıvazlarken diğwr eliyle masayı işaret etti. "ne soruyorsun?"

bu aile böyleydi. ayas, hepsinin göz bebeğiydi ve ne kadar ters düşerlerse düşsünler günün sonunda o mutlu oluyorduysa sessiz kalabilirlerdi.

konuşmanın başından beri kaçınılmaz sessizliği yine ve yeniden ailenin en küçük erkeği bozdu. "kendi başıma bir eve çıkmayı düşünüyorum."

-

*önceki bölümlerde cemal sinir krizi geçirirken ellerini kesti.

bu bölüm bir süre bölüm atmayacağım için hızlı geldi. yazma sıkıntısı yaşıyorum ve ara vereceğim, iyi günler dilerim.

ayas x cemal | lana coded boyWhere stories live. Discover now