FİNAL| "Belki de bir rüyaydım senin için, uyandın ve bittim."

643 66 131
                                    

*lütfen bölüm sonunu okumadan geçmeyin*

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

*lütfen bölüm sonunu okumadan geçmeyin*

"Sanıyorum, kafamdan uydurdum seni."
Sylvia Plath

Ölüme hazır olmanın fikri hep çok korkunç gelirdi Beyhan'a ama bundan daha korkunç olanı, birinin kendisini öldürebileceğine hazır olmaktı. Çıkıp bağırmak istiyordu herkese. "Ölüm var!" Demek istiyordu. "Sanıyorsunuz ki hep sizin tanımadıklarınız ölecek!"

"Ailem öldü," demek istiyordu. "Ben küçüktüm, benim ailemi öldürdüler!"

Ah o sahipsizlik, o yarım kalmışlık...

Savruk bir göçmen kuşu gibi oradan oraya uçarken bir kafenin buğulu camının ardında denk geldiği bir çift ela göz onu ayırmıştı yolundan. Bir güzel bakışına, bir tatlı sözüne vermişti kalbini. Kalamayacağını bile bile hem kendini hem de Özgür'ü ateşe atmıştı.

Bir silah olsaydı elinde, sıksaydı kalbine, oracıkta ölseydi. Yapayalnız, yabancı bir kadın gibi kalsaydı Özgür'ün aklında. Uzaklardan izleseydi onu. Oysaki Özgür, küçük bir çocuk gibi ela gözlerini kırpıştıra kırpıştıra kendisine baktığında, tatlı bir merakla onu izlediğinde çoktan kapılıp gitmişti rüzgarına. Karşısına geçip de bağıra bağıra "Beni öldürecekler!" Diyememiş, sadece mahzun bir gülüşle izlemişti Özgür'ü.

Sevmenin, sevilmenin, birinin hep onun yanında olmasının, ona sahip çıkmasını verdiği o sıcaklık, aile olmanın verdiği mutluluk... Bunu bırakıp gidememişti Beyhan. Her gece onu yoklayan 'Ya gitmek zorunda kalırsan?' Hissine sırtını çevirmiş, görmezden gelmişti.

Nasıl Özgür'ü bırakıp gidebilirdi? Beyhan yokken kim Özgür'ün saçlarını okşayacak, kim onu tatlı bir merakla evde bekleyecekti?

Ancak Beyhan, ne kadar uzaklaşmaya çalışırsa çalışsın gerçeklerden kopamamış; zincirleri kopardığını sanarken izlerini hep bileklerinde taşımıştı. Kendi mutluluğuna kapılıp çaresizliğini unutmuş, bencil davranmıştı. Kimi kandırıyordu; Özgür'ü hiç hak etmemişti. Hani derdi ya Reşat Nuri, 'Şakanın en zalimi; insana evvela ümit, sonra bir zaruri hayal kırıklığı vermektir.' Diye. İşte Beyhan, yapabileceği en büyük kötülüğü yapmıştı sevgilisine. Belki de en büyük günahı buydu, kırık bir kalbin yükünü taşıyordu.

Bir sabah uyanmış, kapısı çalmıştı. Kapının önünde kimden geldiği belli olmayan bir kutu; kutunun içinde nikah fotoğrafı, iki de kurşun vardı.

İşte o an, ölümden, ölmekten çok, yaptığı kötülüğü düşünmüştü. Onu seven bir insanı nasıl arkasında bırakıp gidecekti? Kafasının içinde düşman gibi bir ses sürekli 'Bunun olacağını biliyordun!' Diye bağırırken acıyla yüzleşiyordu. Ailesinin başına gelen, kendi başına gelmez sanmıştı. Bunca yıllardır bir şey olmadı, bundan sonra da olmaz sanmıştı.

GÖÇ MEVSİMİ| KISA HİKAYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin