0.1

88 16 26
                                    

"Baban gerçekten iyi bir insandı. Bize de çok yardımı dokundu, bir ihtiyacınız olursa çekinmeyin tamam mı?"

Kafamı sallayıp çıkması için kenara çekildim. Benim babam iyi bir insandı, kardeşimi de beni de en güzel şekilde yetiştirmişti. Annemiz kardeşimi doğururken öldüğünde bile güçlü kalmış hem birini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeyen beni, hem de kundaktaki kardeşime göğüs germişti. Hem annemiz hem de babamız olmuştu.

Herkes babaları konusunda bu kadar şanslı olamıyordu. Yaşadığım köyde belli bir yaştan sonra erkek çocuklarını saraya asker olmaları için satıyorlardı. Bundan iki sene önce babamın bir arkadaşının, beni satmasını benim üzerimden iyi para alacağını söylediğini, duymuştum. Korkmuştum, savaşlardan ve kandan korkuyordum. Ya beni satarsa diye düşünmeden edememiştim. Fakat o benim babamdı.

"Jisung, çok narin ve kırılgan bir çocuk. Onu savaş meydanında ölüme terk edemem." Diyerek reddetmişti.

Babamın beni asla yalnız bırakmayacağını, kafamı çevirdiğim her anımda arkamda beni destekleyeceğini ve koruyacağını düşünerek bu yaşa gelmiştim. Yaşadığımız dünyanın ölümlere ev sahipliği yaptığını tamamen unutmuştum. Sanki sonsuza kadar babamın yanında olacağımı, her sabah bahçemizde yaptığı kılıç anternmanlarının sesine uyanacağımı düşünmüştüm.

O gün beni savaş meydanında ölüme terk edemeyeceğini söyleyen babam, bugün kendi evimde ölüme terk etmişti. Siyah kıyafetler ve birkaç gözyaşının arasında bırakıp gitmişti.

"Abi, artık bize kim bakacak?" Evin kapısından giden son kişiyi uğurlarken gözlerim dolmuştu bu soruyla. Daha kendim büyüyememişken, bir çocuğun sorumluluğu üzerime bir kaya gibi düşmüştü. Akan yaşlarımı sildim ve arkamda dikilen kardeşimin önünde diz çöküp ellerimi omuzlarına koydum.

"Ben bakacağım. Bundan sonra hem baban hem de abin olacağım. Sen sakın endişelenme."

"Ama sen kılıç kullanmayı da birini dövmeyi de bilmiyorsun, hiç babamdan eğitim almadın. Nasıl koruyacaksın bizi? Ya savaş çıkarsa?"

Ne kadar silersem sileyim, gözyaşlarım yanaklarımda çizdiği yolu tekrar tekrar takip ediyordu. Koruyamazdım, eve hırsız girse korkudan bayılırdım, bayılmasam bile ilk anda ölürdüm.

"Sen koruyacaksın bizi. Sen büyüyene kadar ormana gideceğiz, köyden uzakta insanlardan uzakta yaşayacağız ki bizi bulamasınlar."

Gülümsemiş ve yumruğunu havaya kaldırmıştı.

"Ben büyüyünce bize saldıran bütün kötü adamları döveceğim! Sana da en sevdiğin meyvelerden ağaçlara çıkıp toplayacağım!"

Evet en doğrusu buydu. Kardeşimi koruyup hayatta tutmanın en iyi yolu ormana gitmekti. En azından hayvanlar insanlardan daha az tehlikeliydi. Ülkemiz savaş altındaydı. Diğer şehirlerde, bazı köylerin yağmalandığını söyleyenler bile vardı. Ne olacağını bilemezdik, Jaeho daha çok küçüktü onu korumanın en kolay yolu insanlardan ve savaştan olabildiğince uzaklaşmaktı.

Jaeho, evet küçüktü, bu acının ne kadar büyük olduğunu anlayamayacak kadar. Bu yüzden şimdiden elindeki tahta kılıcıyla oynamaya başlamıştı. Tek başıma taşıyordum bu yükü.

Göz yaşlarımı tekrar silip ayağa kalktım. Üstümdeki siyah kıyafetleri çıkarmam gerekiyordu. Zaten omuzlarım manevi yüküm yüzünden çökmüştü, kıyafetler ise daha çok ağırlaştırıyordu.

Jaeho'yla ortak olan odama girip üstümü değiştirdim. Ardından büyük bir kumaşı yere serdim. Fazla bir eşyamız yoktu, toparlamak zor değildi. Fazla ve asla toplanmayacak olanlar evimizin anılarıydı.

İhtiyacımız olan her şeyi kumaşa yerleştirip kenarlarından bağlamıştım. Sonra kendi ellerimle yaptığım, Jaeho okula başladığında kullanmasını istediğim çantayı aldım. Bolca parşömen koydum içine biraz da mürekkep ve kalem.

Elimden geldiğince hayatımızı yazacaktım. Böylece ilerde bir gün birileri bizi hatırlayabilirdi.

Odadan çıkınca kenarda sandalyeye karşı oyuncak kılıcını savuran Jaeho'yla baktım. Büyüyünce gerçekten babam kadar güzel bir kılıç ustası olmayı hak ediyordu. Benim üzerime düşense onu güzelce büyütmek olacaktı.

Dolaptan gerekli birkaç mutfak gereçlerini de çantaya doldurdum.

"Abi? Hemen mı gideceğiz?" Jaeho oyununu bırakmış kılıcını indirmiş, öylece durmuş bana bakıyordu.

Gülümsedim. Yapabildiğim kadar.

"Evet. Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkacağız."

Jaeho kafasını salladı. Gitmek istemiyordu, anlıyordum. Çok özür dilerim benim küçük kardeşim ama buna mecburum. Abin seni burda koruyamaz.

Ay güneşi kovaladı. Yıldızların dansı başladı. Ben Jaeho'yu uyuttum ama kendim uyuyamadım. Kapının önünde oturup sadece ağladım. Bu derece savunmasız olmasaydık şu an kaldığımız yerden aynı yerde devam ediyor olabilirdik.

Bahçenin kapısında ayak sesi duyunca kafamı hızla oraya çevirdim. Kimse görünmüyordu, birkaç saniye içinde duvara atlayan turuncu tüylü bir kedi bütün korkumu uçurmuştu.

Ona bakarken o bahçeye atlayıp yanıma doğru gelmeye başladı. Önümde durup miyavlayınca aç ya da susuz olup olmadığını anlayamadım. Ama yine de yemek vermekten zarar gelmezdi.

Hemen eve girip eski kaplardan birine biraz su ve törenden kalma yemekten koydum. Kapının önüne geri geldiğimde sedirde yatmış beni beklediğini gördüm.

Bu ufacık olay bile şu an beni mutlu etmişti.

Kapları önüne koyunca hemen kalktı ve su içmeye başladı. Yemeğe dokunmayınca aç olmadığını anladım. Ya da kediler böyle yemek yemiyordur, bilmiyorum.

Korkutmamak için elimi uzattım ve koklamasıni bekledim. Sevmem için izin verdiğini anladığımda yavaşça kafasını sevmeye başladım. Kendimin savunmasız olduğunu biliyordum, ama benden daha savunmasızları da vardı.

Onlar için bu dünya çok daha zordu.

Hava aydınlanana kadar ikimizde kapının önündeki sedirde oturduk. Kedi bir süre uyudu sonra kalktı bahçede dolaştı, tekrar yanıma geldi ve tekrar uyudu. Hava aydınlandığı zaman esnedim.

Uykum vardı. Bu geceye kadar dayanmam gerekiyordu.

Kediyi uyandırmamak için yavaşça kalktım ve eve girdim. Dün toparladığım eşyaları kapının önüne bıraktım. Yolda yemek için küçük şeyler hazırladım ve çantaya koydum. Ardından uyuyan kardeşimi uyandırdım ve hâlâ uykusunu alamadığı için sersem olan kardeşimle evden çıktık.

Kapıyı kapatıp kilitleyince, elim kapıdan bir süre ayrılmadı. Yapamadım. Bir gün geri gelebilir miydim? Bilmiyordum. Derin bir nefes aldım ve yandaki sedire baktım.

"Gitmiş.." Jaeho anlamadığı için bana baktı. Bende gülümseyip elimi sırtına koydum ve yürümeye başladık.

Bahçeden çıktık, komşuların evlerini arkada bıraktık en sonunda ise köyün dışında bulduk kendimizi, ağaçların içinde, kuşların eşliğinde yürürken.

Yolumuz biraz uzundu. Babamın ben küçükken beni getirdiği evi bulmamız gerekecekti. Küçük olduğum yolu tam olarak hatırlamıyordum ama evi net bir şekilde hatırlıyorum.

Bulabileceğime emindim.



By: kookieshly
Word: 880



krizantem •minsungजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें