⁰⁹

75 13 7
                                    

Seokjin gergin bir bekleyişin ardından Jeongguk'la beraber her gece film izledikleri salonda dönüp dolanıyordu. En sonunda dayanamarak telefonundan saate bakmış ve çocuğun gelmek üzere olduğunu tahmin ederek banyoya doğru adımlamıştı. Gerginlikle saçlarını karıştırmış ve aynada ki yansımasına bakmadan edememişti. Gözlerindeki endiseyi yansımasında görmüş ve bu endişe tohumlarında korkarak yüzünü yıkamaya başlamıştı. Soğuk su biraz olsun yüzünü serinletirken az da olsa gerginliğinin geçtiğini hissetmişti. Ne yapması gerektiğini bilmeyerek havluyla yüzünü kurulamış ve tekrardan salona doğru adımlamıştı. Gerginlik denen illetin tekrardan yakalarına yapıştığını hissederek koltuğa oturmuş ve gözlerini yummuştu. Elleriyle saçlarını hafifçe düzeltmiş ve biraz olsun sessiz havanın gitmesi için televizyonu açmıştı. Jeongguk gelene kadar ne izleyebileceğini düsünerek biraz televizyon kanallarında dolansa da ilgisini çeken hiçbir şey bulamamıştı. Bundan dolayı olmalı tekrardan ümitsizce ne yapacağını düşünmüştü. En sonunda rahatsız hissettiğini fark edip rastgele bir kanalda durmuştu. Sonraysa kucağına bir yastık almış ve kollarını yastığa koyarak düşünmeye başlamıştı. Jeongguk geldiğinde ne yapacaktı? Korkuyordu. Hâlâ geçmeyen bu korkunun sebebini anlayamasa da içinde biriken bir çekince saklıydı.

İlk başta onunla konuşacaktı elbette. Belki de söze ona ne kadar aşık olduğuyla başlayabilirdi. Her gün arkadaşlarına saydığı şeyleri belki de aşık olduğu çocuğun gözlerinin içine bakarak söyleyebilirdi. Buna cesaret edemedi. Gözlerinin içine baktığı an dilinin tutulacağını hissedebiliyordu. Elbette konuşmalıydı ama söze nasıl başlayacaktı? Kendisi bile bilmiyordu bunu. Jeongguk nasıl bir tavır takınacaktı. Biliyordu, Jeongguk onu çok seviyordu.

Seokjin kendine söz geçiremiyor, düşündükçe düşünüyordu. Gergin bir şekilde elleriyle oynuyor ve Jeongguk geldiği an nasıl davranacağının tasasına girmiş bir halde televizyona bakıyordu. Bu düşünceler arasında kapının çaldığını bile üçüncü çalışında idrak edebilmişti. Korkuyla ve aceleyle yerinden kalkmasıyla yastık yeri boylamıştı. Derin bir nefes alıp hemen kapıya koşmuş ve hızlı bir şekilde kapıyı açmıştı. Jeongguk'la göz göze geldikleri anda bütün dünyanın bu ikili için durduğunu hisseti. Sanki hayat kısa süreliğine onlar için mola vermişti. Dışarıdan arabaların seslerini duymasa, rüzgar hafifçe pencereden içeriye süzülüp perdeleri oynatmasa ve güneş ufukta batmasa elbette buna inanabilirdi. Seokjin bir an nefes almayı unuttuğunu hisseti. O anda ağzını açıp bir şey diyeceği sırada Jeongguk buna izin vermeyip kollarını onun ince beline sarmıştı ve birkaç adım atarak içeriye adımlamış ve ayağıyla kapıyı kapatmıştı. Seokjin ne olduğunu bir an idrak edememiş gibiydi. Jeongguk'sa onun omzuna kafasını yaslamış ve boynundan hafif hafif soluklanıyordu. Elleri ne sıkı ne de gevşekti. Tam ortasındaydı her şeyin. Seokjin'se en sonunda kendisine gelerek kollarını onun beline sarıp burnunu Jeongguk'un saçlarına daldırdı ve güzel vanilyamsı ve sabunsu kokuyu kokladı. Sessizliği bozan şey uzaktan gelen televizyonun sessiydi ama ikisinin de pek umrunda değil gibiydi.

Seokjin, Jeongguk'a bir şey demesi gerektiğini düşündü. Kollarının arasındaki bu çocuğa "Seni seviyorum" dedi ve devamında ne diyeceğini bilemeden düşündü. Bu sırada boynunda soluklanan Jeongguk'sa hafifçe kıkırdamış ve "biliyorum" demekle yetinmişti. Bu sarılmanın sonunda birbirlerinden ayrıldıklarında ikisinin de gözleri birbirini bulmuştu. O anda Seokjin birden bire Jeongguk'un dibine girmiş ve aralarında mesafe bırakmayarak sağ eliyle Jeongguk'un çenesine hafifçe dokunmuş ve kafasını kaldırmasına sebep olmuştu. Dudakları birbirleriyle buluştukları anda Jeongguk sırtını kapıya yaslamıştı. Hafif bir öpüşme, birbirlerine karşı duyduklarını aşkın özlemiyle sürüp giderken en sonunda nefeslenmek için birbirlerinden ayrıldıklarında Jeongguk'un yanakları hafifçe pembeleşmişti.

Seokjin eliyle Jeongguk'un yanağını oksamıştı. Bedeninin cayır cayır yandığını hissediyordu ve sanki Jeongguk'u öptüğünün farkında bile değildi. Jeongguk'sa utangaç bir tavırla gözlerini Seokjin'in gözlerinde çekmeden ona bakmaya devam ediyordu. En sonundaysa beraber içeriye geçtiklerinde ikisi de dipdibe oturmuşlardı. Omuzları birbirine değerken Seokjin, ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Jeongguk'un düşüncelerinden bir haberdi ya oysa. Jeongguk'sa, Seokjin'in onu öptüğü anda kalmış gibiydi. Kanının kaynadığını, içinin titrediğini hissediyordu. Bu hissiyat hayallerindekinden daha bir kuvvetli, daha bir yoğundu.

Kafasını seokjin'in omzuna yaslamış ve gözlerini kapatmıştı. Bedeninde artık korkuyu hissetmiyordu. Sanki o anda korku onları özgür bırakmış gibiydi. Sanki ikisi de prangalarından kurtulmuş gibilerdi.

"Güzel Seokjin" dedi Jeongguk, heyecanlı ve beklentiyle dolu sesiyle.

"Güzel Jeongguk" dedi Seokjin, hislerinin yoğunluğuyla.

"Tamamen seninim artık biliyorsun değil mi?" Dedi Jeongguk. "Tamamen, bütün hislerimle açığım sana" dedi ve ondan bir cevap bekledi. Seokjin'se keyifle "biliyorum Küçüğüm, tıpkı benim gibi" demişti ve omzunda dinlenen Jeongguk'un saçlarından öpmüştü güzelce.

Ve ikisi, tamamen birlikteydi artık.

Aşk böyle bir şey olmalıydı.

○●○

Final gibi oldu sanki
Acaba böyle mi bitseydi diye düşünmedim de değil şimdi ama bakalım

Küçük Prensin Solmuş Gülü | JinkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin