21'

420 64 31
                                    

Hava Mark'ın tahmin ettiğinden daha soğuktu, hazırlıksız yakalanmıştı. Parka akşam olmadan önce gelmişti ve yaklaşık bir saattir ayakta dikiliyordu. Heyecanından yerinde duramamıştı çünkü. Gökyüzü zaman ilerledikçe daha da koyulaşırken, Mark daha çok heyecanlanıyordu. Kollarını kendine sardı ve ısınmaya çalıştı. Donghyuck gelir mi gelmez mi bilmiyordu ama ne olursa olsun bekleyecekti, suçu olmasa da çekmesi gereken bir ceza varmış gibi hissediyordu. Kafasını bir sağa bir sola hareket ettirip birinin gelip gelmediğini anlamaya çalışıyordu. Güneş tamamen battığında onunla birlikte Mark'ın umutları da batmıştı. Fakat bekleyecekti. Gerekirse gece yarısına kadar.

Kafasını hareket ettirmekten yorulduğu için, aşağı bakmaya başladı. Ayakkabılarını inceledi, kirlenmişlerdi. Omuz silkti, eve gidince silebilirdi. Kaldırım taşlarının arasından çıkan yeşilliklere baktı, tüm zorluklara rağmen yaşam mücadelesi veriyorlar, diye düşündü. Sonra pantolonunun ucuna çamur bulaşmış olduğunu gördü, siyah olduğu için fark etmemişti.

Kendi dünyasında oyalanırken sağ taraftan duyduğu birkaç adım sesiyle hızlıca kafasını kaldırdı. Gördüğü bedenle olduğu yere çakıldığını hissetti. Gözleri bulandı ve baştan aşağı titredi. Aynı şekilde karşısında duran bedenle bakıştı bir süre. Onu ne kadar özlediğini fark etti, görmeyeli yüzü oturmuştu ve bu onun çekiciliğini arttırmıştı, daha bir güzelleşmişti, saçlarının özenle taranmış olduğu belli oluyordu. Siyah kazağı ve kot pantolonu ile havalı duruyordu, o kadar çekici görünüyordu ki, Mark kendisini yetersiz hissetti. Donghyuck daha iyilerini hakediyordu.

Bir şeyler demek istedi ama yapamadı. Esmer tenli olan ona çatık kaşlarıyla bakıyordu ve Mark bunu fark ettiğinde başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti, eğer o buraya Mark'ı itmeye geldiyse Mark uzun süre kendisine gelemezdi. Bunun yerine hiç gelmemiş olsaydı daha iyi olurdu.

Uzun süren bakışmanın ardından yavaşça adımladı Donghyuck, artık aralarında bir adım kadar mesafe vardı. Mark, onun bu kadar yakınında olduğuna inanmıyordu, onu gerçekliğe döndüren şey ise onun gözündeki yansıması olmuştu. Gözbebeğinin içinden boşluğa çekildiğini hissetti Mark, kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, bu onun nefesinin hızlanmasına neden oldu.

Donghyuck'un göz pınarlarında yaşlar birikmeye başlamıştı, Mark bunu fark eder etmez ona "ağlama" demek için ağzını araladı fakat beklenmedik bir şekilde, başlamayan sözü, Donghyuck'un ani sarılmasıyla kesildi. Kollarını sımsıkı sardı Mark'ın beline. İkisinin de duyguları karmakarışıktı şu anda. Donghyuck gözlerini Mark'ın omzuna bastırdı, konuşmak istedi ama gittikçe artan hıçkırıkları izin vermedi. Mark, çok geçmeden şokun etkisinden çıkıp bir elini Donghyuck'un saçlarına götürdü, diğer elini de onun beline. Gözünden birkaç damla yaş düştü onun da. Her gün hasretini çektiği bedene sarılmak... Bu günün hayaliyle uyumuştu her gün.

Mark yavaş hareketlerle elinin altındaki tutamları okşadı, Donghyuck yavaş yavaş sakinleşirken Mark'ın onun saçlarına kondurduğu minik öpücükle burnunu çekti. Ellerini gevşetti ve yavaşça geriye çekildi. Yüzleri epeyce yakın bir konuma geldi, birbirlerinin şişen gözlerine baktılar. "Donghyuck," diyebildi Mark sonunda, "seni çok özledim bebeğim." Mark ona hep böyle seslenirdi, başkalarına itici gelse de Donghyuck bunu hep sevmişti. Ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırdı ama tekrardan dolan gözlerine engel olamadı Donghyuck, "Ben de." diyebildi, hırıltılı sesinin izin verdiği kadarıyla. Gözlerini birbirine bastırdı ve tekrardan inci taneleri döküldü güzel gözlerinden. Mark hemen engel olmak istedi buna, hızlı hareket ederek onun yanaklarını kuruladı elleriyle. Sonra onun saçlarını kulağının arkasına geçirdi, yüzünü daha net görebiliyordu artık.

Titrek nefeslerini dışarıya bıraktı ve derin nefes alarak konuşmaya başladı Donghyuck, "Sana söylemek istediğim çok şey vardı ama hepsini duydun zaten. Her şey benim düşündüğüm gibi olmadığına göre artık bir anlamı da yok bu sözlerin. Her şeyi geride bırakmaya hazırım ben, bana böyle bir şeyin bir daha yaşanmayacağına söz vermen gerek sadece." Onun beklenti dolu bakışları altında eziliyordu Mark, bu denli yumuşak bir tavır beklemiyordu. Şaşırsa da bozuntuya vermek istemedi, "Söz veriyorum," dedi. Gözlerini, kilitlediği gözlerden çekti ve onun yumuşak duran, tatlı dudaklarına odaklandı. "Seni seviyorum ve önümüze çıkan engellere boyun eğmeyeceğim." Gelecek cevabı beklemedi ve soğuktan çatlayan dudaklarını, o çok istediği dudaklara bastırdı. Donghyuck biraz irkilse de karnında bir yerde onu yakan bir şeylerin olduğunu fark etti. Bu, onun da hep hayal ettiği bir şeydi. Mark'ı öpmenin nasıl bir şey olacağını hep merak etmişti.

İlk birleştiklerinde hareket etmediler ve alışmak için beklediler. Sonra hareketleri başlatan Mark oldu ve acele etmeden öpmeye devam etti, Donghyuck'u sadece hissetti. Donghyuck bu hareketlerle aklının neredeyse uçtuğunu düşündü. Derinlere dalmak gibi hissettiriyordu. Mark'ın kuru dudaklarına canlılık gerektiğini düşündü Donghyuck, bu düşüncenin hemen ardından onun alt dudağını kendi dudaklarının arasına aldı ve bıraktı, bu ıslak hareket, boş parkta bir sesin yankılanmasına sebep olmuştu. Donghyuck bunu hesap etmemişti ama bu onu memnun etmişti, kollarını Mark'ın belinden omuzlarına çıkardı ve ensesinden tutup onu kendine daha çok çekti. Mark sendeledi ve Donghyuck'un belindeki tutuşunu sıkılaştırdı, öbür elini de onun yanaklarına yerleştirdi ve pürüzsüz tenini güzelce okşadı.

Özlem ve sevgi dolu ilk deneyimleri bayağı uzun sürmüştü. Geriye ilk çekilen Donghyuck olmuştu, "Tanrım!" demişti, çekilir çekilmez. "Sen şimdi benim erkek arkadaşım mısın? Rüyalarım sonunda gerçekleşiyor." Mark onun tatlılığına gülmeden edemedi. Parlayan gözleri, esmer teni, kahverengi saçları ve şişmiş dudaklarıyla cennetten düşmüş gibi bir hâli vardı. Mark onu kesinlikle hak etmiyordu. Gözlerinin altındaki hafif siyahlığın sorumlusu olduğu aklına geldiğinde onun göz kapaklarına öpücükler kondurdu. "Artık babam bile bize engel olamaz." Donghyuck kaşlarını çattı çünkü Mark'ın her şeyi anlatmasını bekliyordu şu noktada, "bunu ve bundan sonra ne olduğunu, seni nasıl bulduğumu, Kore'ye nasıl geldiğimi, kısacası her şeyi daha sonra anlatacağım. Şu an sadece sen ve ben."

Donghyuck'tan kazandığı gülümsemenin üzerine minik bir öpücük kondurup geri çekildi. "Seni beklerken üşümüştüm ama şu an yanıyorum, sana olan çekimim beni kavurup kül ediyor. Bakışların kalbime dokunuyor." Yüzünü Donghyuck'un boynuna gömdü sonra, hem kokladı hem de öpücükler bıraktı. En son nasıl kokuyorsa hâlâ aynıydı, onun bebek gibi yumuşak teni bile değişmemişti. Dudakları hâlâ esmer tenin üzerindeyken gözlerini kapattı. Sadece huzur vardı, Donghyuck'un yanında tüm dünya siliniyordu. "Seni seviyorum." dedi fısıldayarak. Yüksek sesle söylerse huzuru kaçacak gibi hissetmişti.

Yüzünü gömdüğü yerden çıkardı ve doğruca Donghyuck'un yüzüne bakmaya başladı, burunları değiyordu. "Bu bir rüyaysa uyanmamak için canımı bile veririm." Sevgilisinin dediği şeye güldü Mark, dudaklarını tekrar birleştirmeden hemen önce.

___

sevgili olmak için iki insanın birbirini seviyor olmasını yeterli buluyorum o yüzden sevgililer şu an 🖐🏻

nasıldı bu arada ben yine beğenmedim 😓

kalem • markhyuck ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin