i'd die for you in secret 3

8 2 3
                                    

***Kitabın başındaki önizleme kısmında da belirttiğim gibi bu hikayeyi yazmamdan tam bir yıl geçti ve ben bölümleri o zaman yazdığım orijinal halleri ile yayınlamak istiyorum. Bölümün yarısı İngilizce olarak yazıldı (sanırım o an İngilizce yazmanın daha etkili olacağını düşündüm:') fakat ilerleyen zamanlarda o kısmı da Türkçe'ye çevirip yayınlayacağım. Ama yine de her şeyi değiştirip yazmak istemedim, bir anlamı kalmazdı.***

  ''Smile he had, grew a new tear for her, for evermore.'' 


Etrafta bir Noel ışıltısı göz doldururken, Wyatt ailesinin evinde ise bundan daha fazlası vardı. Hizmetçilerin elinde gezinen yemekler, tür tür ve renk renk kumaşlar, ağızdan ağıza dolaşan hicivli, fakat aslında komik olan dedikodular dolaşıyordu her yerde. Herkesin dilinde bir name, aklında bir soru ve elinde o gece kesinlikle işe yaramayacak bir şey vardı. Edmund Wyatt o kadar da zengin bir adam değildi aslında, yine de köylerinden şehre inmesi için yaklaşık iki saat yol gitmesi gerekiyordu. Ne var ki, bu sadece Canterbury'e olan uzaklıktı. Londra'ya gitmek için daha da güneye gitmek lazımdı. Buna rağmen, Edmund Wyatt varlıklı gözükmeyi kesinlikle seven bir adamdı. Olmayanları gösterir, olanları da çoğaltırdı. Bunu düşmana bir savaş olarak yapardı; onun gözünde herkes potansiyel bir düşmandı. Nispeten de iyi yürekli bir adamdı. Kimseyi bilerek incitmez, naif sözler söylemeyi de severdi. Eh, en azından Tanrı'nın adamı olarak bunu yapması gerekirdi zaten.

''Sakın cam bardakları kırmayın yoksa kalbinizi küle çeviririm! Kırmızı elbiseyi mi yoksa mor mu yoksa beyazı mı giyeceğimi hala belirtmediniz! Hey, Lady Jane! Buraya gel!'' Lady Jane elindekii yüke aldırmadan koşarak hanımefendisinin yanına geldi. Idyll o gün sanki etrafındaki herkesi bir kez daha kendisine hayran bırakmak istercesine daha da güzeldi, ay yüzü daha da beyazlaşmıştı fakat asla solgun değildi. Aslında gayet de bir soylu gibi gözüküyordu. Sarayda ayrıştırılmazdı bile. Hatta biraz çabalasa geleceğin İngiltere Kraliçesi bile olurdu. Aman, Tanrı korusun! Neyse ki Victoria hali hazırda kraliçeydi. ''Moru giyerseniz soylu olduğunuzu sanarlar. Kırmızıyı da öyle. Ama beyaz sizi daha saf ve parlak gösterir, hanımefendi. Tabii soylu gözükmek isterseniz de moru seçerdim.'' Idyll gözlerini hiddetle devirdi. ''Tabii ki de soylu gibi gözükmek isterim! Canım amcamın da bunu isteyeceğinden eminim. O zaman kırmızı seçiyorum.'' Lady Jane madem benim dediğimi yapmayacaktı, neden lanet olası işimi böldü diye içinden söylenirken tek yapabildiği gülümseyip geri çekilmekti. Güzelliği dışında Idyll'e görücü gelen beyin mantığı da aklı da yoktu. Bu kız bırak bir yılı, bir gün çekilmezdi. Güzelliği de bir gün elbet solup gidecekti, daha on yedisindeydi. Otuzunu görebileceğini kimse düşünmüyordu da. ''Gerçekten, hiçbir şeye yardım edesim yok. Kanım vücudumdan çekiliyor sanki. Çok halsiz ve solgunum. Zaten Idyll için yardım da etmezdim. Beni mazur görün.'' Paloma koltukta bir karış yayılırken hazırlıkları izliyordu. Annesi bir hızla içeri daldı ve huysuz kızına söylenmeye başladı. ''Bugün başka bir kız gibi davransan keşke sadece, tüm ömrün boyunca değil sadece bugün! Nefes israfısın, Paloma. On altı yaşındasın, kalk hazırlan da belki sana da bir kısmet çıkar, evlenip kadın olmayı kökünden anlarsın o zaman! Ah, ama gerçekten de isterdim bunu. Acaba Bay Styles'ın bir kardeşi ya da kuzeni filan yok mudur da seni baş göz etsek? Ölmeden bu evden gittiğini görsem.'' Paloma son kalan enerjisini de gülümsemeye harcadı. ''Komik bir soyadı varmış. Idyll'in soyadı da komik olacak evlendikten sonra.'' ''Paloma, odana git ve genç bir kız gibi süslenip püslenip aşağı in, hemen!'' Babası otoriter bir sesle bağırdığında Paloma oflayarak koltuktan kalktı. Koşup babasının ayaklarına kapandı ve dudaklarını büzüp ona baktı. ''Baba! Saçmalığı göremiyor musun, neden onlar buraya geliyor? Madem zengin bir adam neden bizi evinde ağırlamıyor? Belki de kaçak bir seri katil, ya da hırsız. Idyll'i de izini kaybetmek için kullanacak. Ahah! Öyle bir şey olsa ne gülerdim, hem de hayatımın her noktasında!'' Bay Wyatt sinirle nefes verdi ve bacaklarını kızından ayırmaya çalıştı. ''Git en güzel elbiseni giy ve gel. Şu hüznü de at üstünden, neden üzgün olduğunu da asla anlamış değilim! Sana her şeyi veriyoruz yine de o küçük kibirli kalbin bunu kabul etmiyor.'' Paloma acıyla gülümseyerek yerden kalktı ve babasına son bir bakış atıp yukarıya, odasına çıktı. Kıyafetlerinde göz gezdirirken beyaz, inci detayları olan dar elbisesi gözüne çarptı. Çarpık bir şekilde gülümsedi ve elbiseyi derhal alıp üzerine geçirdi. Kumral ve dalgalı saçları beyaz elbiseyle bütünleşiyor beyaz teni de onlara uyum sağlıyordu. Paloma'nın güzelliğinin arka planda kalmasının tek nedeni Idyll idi. Öyleki bembeyaz bir tene sahip olmasına rağmen saçları, gözleri ve kaşları simsiyahtı. Bu alışılmadık bir şeydi insanlar arasında. Paloma ise bilindik, alışıldık özelliklere sahipti. Kumral saçları, beyaz teni, ela gözleri vücuduyla dans ediyordu. Hiçkimse, Paloma dahi bilmese de; onun varlığını ve güzelliğini farklı kılan şey hüznüydü. Öylesine hüzünlüydü ki, gülümsemesi çekiciydi. Denizlere gelgit yaptırabilirdi hüznü. Ya da güneşi yerinden oynatıp dünyayı alt üst edebilirdi. İşte, bu yüzden güzeldi o.

EPIPHANYWhere stories live. Discover now