çünkü konuşamazsak hayat bak eziyet olur

471 55 11
                                    

garip giden bir şeyler vardı.

kimileri mutluluğun doruklarını yaşarken kimileri ayak altında toprak gibi eziliyordu. kimsenin acısı kimsenin umrunda değildi ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalmıyordu. hayat durgundu. çiçek vermek isterken soğuktan değerini yitirmiş anadolu toprağı gibiydim ben de. on sekizdim ve yorgundum.

barış'ın odasına sessizce yerleştiğimden bu yana bir kez olsun merak edilmemiş hatta durmadan görmezden gelinmiştim. üniversite kampüsünde veya yurdun daracık bahçesinde ferdi ile birkaç kere denk gelmiş olsak da basit bir baş selamına sığdırmıştık samimiyetimizi.

huzursuz hissettiriyordu. barış'ın balkonda verdiği sigara molalarında aklım ona gidiyor ve yüreğime bir sızı bırakıyordu. odada sesli bir şekilde model şarkıları dinleyemiyordum bile çünkü o şarkılar yalnızca onun kıvırcık saçlarını izlerken güzel bir hâl alıyordu.

artık emin olduğum tek bir şey vardı. beni de en az barış kadar korkutan bu hisler hayranlık falan değildi. aklımı da kalbimi de fena halde bozmuştum ferdi'yle.

"hırkanı al da bahçeye çıkalım."

telefonun kapanmış ekranına dalgın dalgın bakarken barış'ın omzuma vurmasıyla kendime geldim. hava çoktan kararmış ve gündüz sıcakları yerini düşük derecelere bırakmıştı. şehre güzel bir köşeden bakan odanın camına yoldan geçen arabaların ışıkları vuruyor ve ortamı romantize ediyordu.

"ferdi'yi de çağırırız, neşen yerine gelir. bıktırdın bir haftada beni amına koyayım."

şaşkın bakışlarım, barış'ın çok normal bir şeyden bahseder gibi sergilediği mimiklerinde gezindi. "ferdi ne alaka?" diye çıkıştım. günler sonra sesli bir şekilde adını anmak dilimi uyuşturmuştu. içimde kıpraşan şeylere başkaları özlem diyordu, bense delilik.

"herifi gördüğün yerde gözlerin doluyor oğlum. bir şey varsa söyle bilelim."

espri döndürdüğünü sanıyordu ama kapıya yönelirken güç bela yutkunup kaçırdığım gözlerime denk geldi. ağzını tekrar aralayacak gibi olduysa da izin vermedim. hızlıca kendimi odadan dışarıya atarken günlerdir içinden çıkamadığım buhranı ona anlatmak hiç içimden gelmiyordu.

merdivenlere adımlayacakken kulağıma dolan gürültü durdurdu beni. barış da üzerine bir şey alıp peşimde bitmişti. gözlerim, koridorun sonunda duvara yaslanmış olan iki bedeni seçmeye çalışırken ruhumdaki sancılar da fiziksel boyutlara taşınıyordu.

25 numaradaki yabancı çocuk ferdi'nin omuzlarını büyük bir arzuyla sıkarken barış'ın "kör olsaydım keşke." diyen şaşkınlık dolu fısıltısı vardı kulağımda yalnızca. bir hafta öncesine kadar ikimize ait olan odanın anahtarını pantolonunun arka ceplerinde arayan ferdi ve beceriksiz öpücükleri midemdeki tüm kelebekleri öldürürken "zaman herkes için farklı ilerliyor, hadi gidelim." diye mırıldandım.

üzgün değildim, şaşkındım ona kıyasla. odaya yine birilerini alması bir yana, onu ilk kez bir erkekle görüyordum. hep kızlarla takılan, kendisini onlara kötü hatırlatan rahatsız herifin tekiydi. sinirlenmiştim. hakkım olmayarak ve içimi yiyip bitiren bu şeyin ne olduğunu anlamayarak fena halde sinirlenmiştim. kızları odaya almasına vesile olan bağlantılarına bile ihtiyaç bırakmıyordu artık.

"ismail evet deseydi şu gördüklerimi biz yaşardık. kimsenin de gözü kanamazdı. sokarım böyle vaziyete."

barış sitemle kendini banklardan birine atarken sessizce yanına iliştim. sesindeki alaycı ton, beni düşüncelerimden uzaklaştırmaya çalıştığını yeterince açıklıyordu ancak bu gece, bu saatten sonra kafamı toparlamama imkan yoktu.

bırakman doğru muHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin