bölüm on sekiz; ölenler toprakta nefes alabilir mi?

45 8 7
                                    

Surların içerisinde anlatılmayan çok fazla sır vardır. Hayat dolu bir yer aslında bu dört duvarın arası. Çocukları için dua eden asker anneleri karşılaşır bu kapalı kutunun umut ihtiyacını. Saflığı temsil eder yeni doğmuş büyümek için can atan çocuklar. Düşünmek istemeyen sorumluluktan kaçan gençler de vardı elbette. Fakat kaçtıkları sorumluluklar onlara güzel bir hayat vaat etmek yerine açlık getirmişti.

Dere kenarındaki çimenlerin üzerinde yatan bunca derde rağmen cilveleşen gençlerde kaldı gözleri Hera'nın. İçinden tebessüm sundu onlara. O da çok isterdi annesi yanında otursun, onun çizdiği resimlere göz ucuyla bakmaya çalışsın. Halbuki utanırdı annesinden. Yeteri kadar güzel çizmediği şekilde göstermezdi annesine. Elbette annesi kötü bile çizse beğenirdi ama o gerçek takdir isterdi her zaman.

Gökyüzü buğuluydu demek ki annesi ona kızıyordu.
Tebessüm etti ve çizdiği gençleri annesine doğru çevirdi. Çok geçmeden gökyüzünün biraz aydınlandığı fark etti. Demek ki annesi beğenmişti resmini. Gülerek kafasını önüne çevirdi Hera. Tam o sırada bembeyaz elbiseli, pamuk tenli, kırmızı dudaklı dünyalar güzeli bir çocuk gördü. Kız önünden koşup gitmişti. Minik bacakları  ve mutlu çığlıklar olduğunu belli eden sesi dikkatini çekmişti. Usulca gözleriyle takip etti kızı. Küçük kız koşarak karşısında duran askere sarılmıştı. Hera gözlerini kısarak bakmaya başlamıştı bu sefer. Bu askeri tanıyordu fakat uzun zamandır görmemişti. Her zaman dikkatini çeken o kadın askerdi.

Küçük kızı kafasından ve belinden sıkıca tutarak sarılmıştı. Saçlarına şefkatli öpücükler bırakıyordu. Çok sürmeden kızı kucağına alarak genç kadına oldukça yakın bir banka oturmuştu. İster istemez bir şeyleri merak etmişti kadın. Bu asker kimdi? Asıl soru ise neden sürekli dikkatini çeken bir şeyler buluyordu onda. Hafifçe yana kayarak yerini daha rahat bir konuma aldı. Önce göz hapsine aldı karşısındaki askeri. Orta uzunlukta kahverengi saçları vardı, gözleri açık kahve olan kızın gözleri yüzündeki yorgunluğa rağmen ışıl ışıl bakıyordu. Dudakları şekilli ve hafif dolgundu ama kupkuruydu.
Güzeldi ama bakışları yanındaki kız hariç herkese karşı donuk ve sertti. Yanındaki kızla bir şeyler konuşmaya başladığını fark edince merakı daha da artmıştı. Biraz daha yana kayarak dinlemeye başlamıştı.

"Leya abla annem nerede? Gelecek yakında dedin ama gelmedi. Özledim onu hem bana tek başına parka gitme demişti. İlk başlarda eğlenceliydi ama artık korkuyorum."

Genç kız ellerini karşısındaki kızın saçlarına daldırdı, bozuk olan yerleri düzeltti ve yanağına hafif bir öpücük kondurdu.

"Neyden korkuyorsun güzelim?"

Küçük kız karşısındaki askere hayranlıkla bakıyordu. Bu hayranlığın sebebini daha çok merak etmişti Hera.

"Annem geldiğinde beni parkta görse kızar. Kızsın bir şey olmaz yeter ki gelsin. Ama sen sözünü hızlı tutardın. Gelcek dedin gelmedi. Neden hâlâ yok? Yoksa çok parka gelmek istedim diye mi beni bıraktı?"

Genç kız yüzündeki acı tebessümle baktı. Hera anlamıştı bu yüzü. Çok yakından bilirdi bu acının nasıl olduğunu. Çok iyi anlardı bu konuşamamazlığı. Askerin ilk defa sözünü tutamayacağını da anlamıştı. Onun yerine kafasını yeniden defterine eğerek temiz bir sayfa açmıştı. Başlamıştı yine karalamasına. Aklını dökecekti.

"Hayır tabiki de balküpüm. Anneler hiç küsebilir mi? Annen biraz yoruldu, çok uzunca uyumak istedi. Ben de anneni uyuyabileceği bir yere bıraktım. Orada çok rahat şuan. Gözü arkada kalmasın diye sana bakacağımızı bile söyledik."

Küçük kız şen bir kahkaha attı, ellerini çırptı bir kaç kere daha sonra askerin boynuna doladı minik ellerini. Derin öpücükler bıraktı askerin yanaklarına.

"Leya abla bir şey daha sorabilir miyim?"

Genç kız kafasını olumlu anlamda sallarken küçük kızı bacaklarının önüne alarak zaten dağılmış olan saçlarının tokasını açtı. Elleri ile taradı saçları. Daha sonra güzelce örmeye başladı.

"Sofia bana annemi mezara götürdüğünü söyledi. Orası buraya uzak mı? Annemi özlersem beni götür müsün?"

Saçlarını ören elleri durakladı bir süre. Hafifçe yutkundu genç asker. Genzinin yandığını hissetti fakat bir damla bile akmadı gözlerinden. Çok uzun zaman önce kurutmuştu o gözlerini. Dilini dudaklarının üstünde gezdirdi ve boğazını temizledi hafifçe.

"Annen yanına çok büyüdüğün ve beni üzmediğin zaman gelebileceğini söyledi. Küçük tatlı kızları oraya almıyorlar. Senin daha çok oyun oynaman ve ders çalışman gerekiyormuş. Birde sana verilen yemekleri hunharca yiyip, boy uzatman gerekiyor."

Önünde oturan kızın saçlarını ördükten sonra yanına aldı kızı. Kucağında rahat bir yere sahip olduğuna kanaat getirince alnına kocaman bir öpücük kondurdu. Küçük kızın bu hoşuna gitmiş olmalı ki gözlerini kapatıp,tebessüm etmişti.  Öpücüğü kabul edebileceği en güzel şekilde etmişti.

"Leya abla ben de asker olayım mı? Seninle beraber gezeriz. Hem sen dışarı çıkıyorsun ben de istiyorum."

Genç asker uzunca bir süre gözlerine baktı küçük kızın. Kendi çocukluğunu gördü bu gözlerde. Onun annesi zamanında kızmıştı ona. Hoş babasını saymıyordu bile, babasının onun varlığına bile saygısı yoktu ki kararlarına olsundu. Ellerini tombul yanaklara uzatarak usulca okşadı. Kendi ailesi gibi olmayacaktı ama onun asker olmasını da istemedi.

"Sen büyüyene kadar ben asker olmanı gerektirecek tüm durumları ortadan kaldırırım. Doktor ol sen, hasta çocukları iyileştir. Hasta anneleri iyileştir. Herkese sağlık ver, can alma. Masumluğun elinde kalsın."

Tombul yanaklara ve minik ellere öpücükler kondurdu. Güzel kızın poposuna 'hadi git oyna' mesajı veren sille çaktı. Küçük kız bu mesajı alır almaz parka koştu. Hoş ablasının ne dediğinden pek bir haberdi. O hâlâ asker olmayı düşünüyordu. Doktor olup ne yapacaktı. İnsan yaşatmak zordu, öldürmek ise kolay.

Hera gözlerini askere yeniden çevirdiğinde ona baktığını fark etti. Kısa bir süre bakıştılar daha sonra asker yerinden kalkarak Hera'nın elindeki defteri aldı usulca. Hera çizdiği Levi resimlerini görür diye korkmalıydı ama artık o kadar boşvermişti ki bunun endişesine bile girmedi. Hoş öpmüştü o dudaklar onu,çizildiğini öğrense kaç yazardı?

"Çizme. Her gördüğünü, hissettiğini, geçmişini ve geleceğini çizme. Gün olur herkes gider bunlar yük olur omzuna. Kendine hesap veremezsin."

Genç kadın karşısındaki kızın sesindeki dost içerikli mesajı iliklerine kadar hissetti. Halbuki bir kaç sayfa geride Levi'nin dudaklarını örttüğü resmi çizmişti. Kıza biraz hak vermişti çünkü iki gündür o resme bakarak o anı yeniden hatırlıyor her bir zerresini ezberliyordu. Kendine verdiği sözleri aldığı kararları nasıl tek bir hareketiyle siliyordu onu anıyordu baktıkça. Fakat bu anı omuzlarına yük değil kalbine kelebek oluyordu.

"Anılarla baş edemeyeceğimi sana düşündüren şey nedir Leya?" diyerek dostane sesin aksine kurcalar bir ton takınmıştı.

"Her kaybının ardından ortadan kaybolman döndüğünde ise yüzünün bir ton daha beyazlayıp çökmesinden düşündüm bir şeyleri."

Bu kadar mı belli ediyordu acısını? Halbuki dışarıya karşı güçlü sanıyordu kendisini. Gözyaşlarını toplum içinde akıtmadan durmak bile başarıydı onun için.

"Sen hiç kayıp yaşamadın mı Leya? Demin ki çocuğa olan bakışlarından belli duygu sahibi olduğun. Köreltebilmen ne güzel değil mi?"

Hafifçe kıkırdayan askere şaşkınlık ve güzel bir bakışla bakmıştı Hera. Çünkü karşısındaki asker alaycı bir şekilde gülmüyordu söylediği şeyler hoşuna gitmişti belliydi. Halbuki onu biraz sinirlendirmek ve hayatından bir kaç şey öğrenmek için böyle konuşuyordu. Gülmesi bir tuhaftı, neden gülüyordu?

"Biliyor musun Hera. Levi yüzbaşım haklıymış. Sen bir tuhafsın, nasıl bir tuhaflık bilmiyorum. Sen de bir şeyler var. Umarım uzunca yaşarsın. Güzel anılarımız olsun." Kafasındaki şapkayı hafifçe kaldırarak baş selamı veren Leya yavaşça parktan çıktı. Minik kızın babaannesine de eğilerek selam veren görüntüsünün ardında şaşkın bir çift göz vardı.

Levi ondan mı bahsetmişti? Hem de bu kıza. Bu kız kimdi? Ve neden bu kadar rahat hissettiriyordu?

aşk bir kadını tutsak etmiş ağlarında,levi Where stories live. Discover now