İNANÇ

63 18 28
                                    

(Giriş)

İnsanoğlunu ayakta tutan en büyük etken inanç değil midir?

İster hayata, ister sevgiliye, isterse kendine olan inancı olsun, başarmanın tek yolu bu güçten geçmez mi?

Şuan ki durumunda Elif’in sığınabileceği ise en yüce olanıydı.
Onu düştüğü durumdan insanoğlunun kurtarması imkânsızken, iradesi ise ilahi gücün desteğine muhtaçtı.

Bu yüzden de içten içe Rabbine (Yalvarırım Allah’ım Müslümanlığın, hatta insanlığın sonunu getirecek olanın ben olmama izin verme!) diye saatlerdir yalvarıyordu.

Hareketlenmeye başlayan bedeni ile korkulara kapılıyor, çaresizce dualarının kabul olmasını diliyordu.

Ona bu kötülüğü reva görenlerin arzularına ulaşmasını istemediği gibi, başlayabilecek kaosun başrolü, lanetleneni olacağını ise düşünmeye bile katlanamıyordu.

İnanılır gibi değildi ama bir ruhhastası yüzünden amaçları sabotaja uğramış, deney faresi gibi kullanılmış, sonunda da izbe bir sokak arasında bulunan bir çöplüğe atılmıştı.

Oraya getirilene kadar, enjekte ettikleri ilaç ile bilinci kapanmamıştı lakin uzunca bir süre ne gördüklerini algılayabilmiş, ne de duyduklarını yorumlayabilmişti. Vücudu ise tamamen felç durumdaydı.

Yinede, konumunu tam bilmesede Türkiye’de, hatta İstanbul’da olduğunu, ara ara yerine gelen bilinci sırasında, duydukları ve gördükleri ile çözebilmişti.

İlacın etkisi ilk zayıfladığı an hata yapmış, parmaklarını hareket ettirerek açık vermişti.
Sonuç ise boynuna batırılan şırınganın, damarlarına bıraktığı keskin acı ve dudaklarını aşamayan çığlıkları yutmak olmuştu.

İkinci seferinde ise artık daha dikkatli davranmış, etkilerin azaldığını yanındaki izbandutlara çaktırmamıştı.

Algıları yerine gelmeye başladığındaysa çoktan ülkeye giriş yaptıklarını anlamış, köprüden geçtiklerini gördüğünde ise hedeflerinin orta doğu olmasına şaşırmamıştı.

Seçtikleri yer ile amaçlarına kolayca ulaşabilecekleri gibi, köprüler kapatılıp, hatta yıkılarak vahşetin Avrupa’ya sıçramasının engellenebileceğini öngörmek zor değildi.

Onun elinden ise atıldığı çöp konteynırın dibinden kalkmadan, ölmeyi dilemekten başka bir şey gelmiyordu.
Üstelik hareket etmeye başlayan uzuvları ve bulunduğu ara sokağın kalabalık bir caddeye bağlanıyor oluşu, sonun başlangıcınında çok yakın olduğunu göstermekteydi.

Verdikleri ilacın etkisi geçmeye başladığında ellerini, kollarını, bacaklarını hareket ettirmeye başlaması sorun değildi de, hislerinin ve içgüdülerinin saniye saniye artması yüreğindeki korkuyu şahlandırmaktaydı.

Duyduğu sesler karmaşa halinde beynini kemirirken, öfkesi  ise istemsizce harlanıyordu.
Aldığı kokuların her biriyse birbirinden daha beterdi.
Asıl korkunç olansa, onca kötü koku arasında metrelerce öteden duyabildiği, içindeki yaratığın iştahını kabartandı.

Artık tamamen hareket etme yetilerini kazandığındaysa, vicdanı, inancı ve açlığı ile olan kanlı savaşı başladı.

Yattığı çöplükten kalkmak dahi istemezken o çoktan doğrulup, adım adım arzularına esir olma yolunda ilerlemeye başlamıştı.

Beyni vicdanının verdiği acı ile çığlık çığlığa (Yapmamalısın!) diye bağırsa da, açlığın verdiği dürtü katlanılmazdı.
Baskılamaya çalıştıkça hissettikleri ise korkunç bir işkenceydi.

Yaklaştığı caddeyi dolduran insan kalabalığından yayılan kokuyu almamak için nefesini tutmaya çalışsa da, doyuma ulaşmak isteyen dürtüleri, onların orda olduklarını hatırlatarak boğazında keskin bir yanma hissi yaratıyordu.

Damarlarındaki sıvıya karışan virüsün, dolaşım için girdiği kalbini kemirip yok etmeye çalışması ise dayanması zor bir acıydı.

Ne kadar direnirse dirensin, koşup biran önce açlığını bastırmak isteyen ayaklarına uyguladığı acılı direnç, kalabalığa ulaşmasını en fazla birkaç dakika geciktirmişti.

Sokağın çıkışına ulaşıp, gözüne birini kestirdiğindeyse artık tek düşüne bildiği avına saldırıp, sızlayarak canını yakan dişlerini arzuladığı doyuma kavuşturmaktı.

KIZIL ATEŞ Where stories live. Discover now