İlkbaharın ilk çiçeği

208 31 10
                                    

Apartmanın merdivenlerinden çıkarken ne annemin ne kadar sinirli olduğunu ne de başka bir şeyi düşünüyordum. Aklımda tek bir kişi vardı, artık sevgilim. Soobinim, ona dair her şey aklımı kurcalıyordu. Dudakları, dokunuşları, söyledikleri, her şey. Annem umrumda değildi, Taehyun umrumda değildi, Beomgyu umrumda değildi, Huening umrumda değildi, onun dışında hiç kimse umrumda değildi.

"Evin yolunu bulabildimiz sonunda genç adam." Annemin otoriter sesi kulaklarımda yerini alırken, yüzümdeki gülümseme bir saniye olsun silinmedi. "Ne bu mutluluk?"

Ayakkabılarımı çıkarırken biraz olsun gülümsememi bastırmaya çalışıyordum. Ciddi görünmeli ve bu konuyu atlatmalıydım, kapıdan içeri girerken rahatsız edici bakışlarını hissedebiliyordum. "Salona geç."
Çekingen adımlarımı salona yönelttim, evdeki gerici hava içimdeki heyecanı bastırabilecek kadar güçlüydü. Salonun kapısından geçtim, tekli koltuğa oturdum. Üstündeki hırkasının önünü kapatark kollarını göğsünde birleştirdi, karşıma yan tatafımdaki üçlü koltuğa oturdu.

"Özür dilerim." dedim kendimi güvenceye almak için. Sağı solu belli olmaz, her şeyi yapabilir. Önlem almalıydım, ne kadar işlerdi bilmiyorum.

"Gece çıktın, erken gelirim dedin, gelmedin. Sana ulaşamadım, arkadaşların ulaşamadı." Bakışları o kadar rahatsız ediciydi ki, sönmüştüm. Tüm mutluluğum o an perdelerle kapanmıştı. Üzerimdeki baskısını çok net hissediyordum. "Baban gibisin."

Babam, babam, babam.

Onun gibi olmak, ona benzetilmek. Annem tarafından o olarak görülmek.

Koltuğa sindim, başımı çevirdim, anneme bakmadım. Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım, ısırdım. Ellerimle oynarken başıma saplanan ağrı tüm sevincimi alıp götürmüştü. "Bana bak, zoruna mı gitti?" Kalktı koltuktan, kalktığını duydum. Bana yaklaştı, karşımda dikildi.

Annem, bana asla vurmazdı. Vurmak kenarda dursun, sarılmazdı. Annemle fiziksel temasım yedi yaşımda kesilmişti. Fiziken vurmak yerine, kelimeleri tercih etmişti. O zamanlar kelimelerin, fiziki zarardan daha büyük bir etki bırakanileceğini bilmiyordum. Bana bunu tekrar tekrar hatırlatan anneme ise teşekkür ediyordum.

"Zayıf duruyorsun Yeonjun." Ellerini pembe saçlarıma daldırdı, okşuyormuş misali çekiştirmeye başladı. "Tek kelimemle gözlerin doluyor, ellerin titriyor. Ne vardı bana çekseydin?" Saçlarımı çekiştirdi, acı ile yüzümü buruşturdum. "Aynı baban gibisin. O da zayıftı, o da ağlardı." Saçlarımı bıraktı, başım önüme düştü.

"Kalıpların dışına çıkmaya çalışıyordu, o asla bir erkek gibi değildi." Bir elimi yüzümü götürdüm, dudaaklarıma dokundum. Şu an ihtiyacım olduğunu hissettim, ona ihtiyacım vardı. Bana sarılmalıydı, üzgünsen ağlama, bana gel demişti. Ona gitmek istiyordum. "O da senin gibi, karşımda ağlar dururdu." Sesi sakin, sert değil, otoriter, baskılı. Üzerimde ki etkisi omuzlarımı düşürüyordu, bunu biliyordu. Farkındaydı, ama asla yardımcı olmazdı. O kırar, döker ve parçalardı.

"Soobin, kim o?" Önümde duran sehpaya oturduğunu görebiliyordum, gözümden süzülen yaşlarla bana Soobini sorduğunda, ona olan ihtiyacım yükseldi.

"Arkadaşım.." dedim kısık bir sesle. Kıkırdadı, aptal değilim dermiş gibi kıkırdadı.

"Küçükken de çok yalancı bir çocuktun Yeonjun." Bir bacağını diğer bacağının üzerine attı, pembe tutamlarımın arasından her hareketini görebiliyordum. "Baban da bana çok yalan söyledi. Anlamam sandı ama, anlarım."

"Özür dilerim."

"Soobin kim, Yeonjun?"  Sert sesi yükseldi, sabrının demlerinde olduğu her halinden anlaşılıyordu. Sesiyle irkildim, iki büklümdüm yine karşısında. Anneme olan kırgınlığım yüksek, bitkin.

Dream Girl -/ yeonbin Where stories live. Discover now