cptr.3

10 5 1
                                    

Ah güler yüzlü, yıldız gözlü hayat arkadaşım..

Varlığın binbir çareydi dertlerime. Merhem olurdu sözlerin ruhsal yaralarıma, merhem olurdu dokunuşların fiziksel acılarıma.

Tanıştığımızdan bu yana bana sürekli çok değiştiğimi söylerdin. Sen her zaman haklıydın sardunyam ben çok değişmistim.

Bir iş çıkışı oturmuştum deniz kıyısındaki boş bir banka. Her zamanki gibiydi günüm. Her zamanki gibi boş, yağmurlu, rüzgarsız ve soğuk. Çevremdeki insanlardan kaçıyordum artık tükenen bahanelerim ile. Giderek bu hayattan bitap düşüyor, bir şekilde herhangi bir işe yarayabilmek için elimden geleni yapıyordum. Belki de yapmıyordum? Kendimi kandırıyordum, hiçbir zaman dürüst olamadığım kendimi kandırıyordum.

Zamanında farkına varabilmiştim aslında. Kendimi kendimden koruyordum. Ben, kendimi, kendimden koruyordum. Dürüst olduğum taktirde ölmekten korkuyordum.

İnan bana 20'li yaşlarımı görebileceğimden emin değildim.

Şu sözde uzmanların dilinden düşmeyen depremler, duygusal çöküntü veya bir gece eve giderken uğrayacağım bir saldırı. Hangisi benim muhtemel sonum olacaktı bilmiyordum. Kendime zarar vermeyeceğimi biliyordum, cesedimde kusur olsun istemiyorum.

Hiç düşünmedim. Hemde hiç. Beynim boş, gözlerim boş, yüreğim boş, ellerim boş. Geleceğim boş. Ben boşum, boştum.

Sadece bir günde değişmiştim. Bir günde. Kim inanabilirdi ki? Bu resmen ölümsüzlüğün ilacının tarifini bulmak gibi bir şeydi!

Yanıma oturdum o gün. Benim kadar yorgunsun.
Hayır. Benden daha kötüsün. Ben hayatımda böylesine derinden yok olmuş bir ruh görmemiştim. O gün kendi dertlerimin absürtlüğüne ve ironik kısımlarına güldüm. Ben gerçekten adeta üzerine basılmış kaldırım için ağlıyormuşum!

Herkesin derdi kendine derler. Ama bana yanlış gelir bu sözler. Belki üstesinden gelinemeyecek dertler olabilir ama bazıları öylesine boştur ki, dalından düşen kuru yaprak için ağlıyorlarmış hissi verirler. Derdin büyüğü, küçüğü olmayacağı doğru ama bir an için durup düşünmek lazım. Ben bu olayı neden kendime dert yapıyorum, diye.

Sen geldiğinde düşünmeye başladım ve düşündüğüm o ilk şey buydu. Ben bu yaşadıklarımı neden kendime dert olarak görüyordum? Travma mı? Geçmişin bir parçası veya geleceğin korkutucu yüzü mü? Bir hastalık mı veya bir ailevi sorun mu? Ben tam olarak neden tüm bunları kendime dert olarak görüyordum?

Huzuruma kavuşmuştum. Ölmüş gibiydim.
Hafif, saydam
Özgür, rahat
Aşık

Eğer ölmek böyle hissettiriyor ise ben gerçekten bir yaşayan ölüydüm. Ruhum burda değildi, bedenim ise bir berduş gibi ortalıktaydı.

Buna ne derseniz deyin; ölüm, yeniden doğuş, kör kütük aşk, ikinci şans, kaderin cilvesi veya daha nicesi. Hangisi nasıl hissettirir bilmen, bu hissettiklerimin de hangisi ile alakalı olduğunu bilmem. O yüzden varsın, ölü desinler. Gönlünü sonsuz okyanusa attı desinler.

Senin aradığın bendim, benim de aradığım sendin.

Sen geldin, yüzümden gülücükler eksik olmadı. Sen geldin, ben ilk defa kahkahanın gerçek tadını öğrendim.

Yeni bir eve taşındım. Duvarları renksizdi, boyamaya üşenirdim senden önce. Şimdi ise her bir duvar herhangi bir rengin herhangi bir tonu. Hangisi bilmem, ama güzeldir gözüme gözükenler.

Bir kedi aldım, henüz genç. Ona aklıma gelen ilk ismi verdim.

"Stephen!" dedim, patileri boyayla kaplı Stephen ise bana doğru geldi. Ardında eşsiz bir güzellik bıraktı.

O pati izlerini hiçbir zaman silmedim parke üzerinden. Bana farklı gelirdi onlara bakmak. Arkadaşlarının yanına veya gezmeye gittiğinde boş evde tek başıma olurdum. Pati izlerine bakardım. "Bir zamanlar buradaydı. Yine burada olacak.." derdim kendime, o umursuz günün geleceğini hep hatırlatırdım kendime.

Bir zamanlar buradaydı. Diğer kediler gibiydi. Yaşıyordu, konuşuyor, yiyor, uyuyor, oynuyor veya akla gelen başka herhangi bir şeyi yapıyordu.

Bir gün gitti. Ama senin gibi geri dönmek üzere değil.


𝐈'𝐯𝐞 𝐝𝐮𝐠 𝐭𝐰𝐨 𝐠𝐫𝐚𝐯𝐞𝐬 𝐟𝐨𝐫 𝐮𝐬, 𝐦𝐲 𝐝𝐞𝐚𝐫 |I𝐍𝐲𝐨𝐤𝐚𝐫𝐢I|Where stories live. Discover now