❅6

19 1 0
                                    

Işıl ışıl görünüyordu bugün, gri kumaş pantolonun üstüne beyaz gömleğini giymişti. Saçları yine ahenkle beline doğru süzülüyordu, kırmızı tokasını takmıştı bu sefer. Çünkü ne zaman bu kıyafetlerini giyse kırmızı kabanı ve botlarının arkasından ağladığını düşünüyordu çocukça. Üniversite zamanında yaptığı o abartı makyajları yapmayı bırakalı uzun zaman olmuştu ama bazen eli göz farını sürerken abarttıkça abartıyordu, koskoca paletin içindeki kahverengi renginde bir oyuntu vardı ve kadın fırçasıyla kenarındaki toz kırıntılarını süpürme peşindeydi.

Bugün sadece iki saat dersi olmasına rağmen sanki gece bir yerlere gidecekmiş gibi abarttıkça abartmıştı. Kırmızı botları topukluydu, yüzünde müthiş bir makyaj vardı ama tenine uyuduğu için göz yormuyordu. Merdivenlerden inerken topuklu ayakkabılarının tok sesi kulağını dolduruyordu, dudaklarının arasından çıkan şarkının sözleri ise belliydi, bayılırdı Sezen Aksu'nun sesine ve sözlerine.

"Hiçbir topuk tıkırtısı bu kadar davetkar çalamaz,"  yüzündeki tatlı gülümsemeyle cadde boyunca devam etti şarkıya zaten caddenin sonuna geldiğinde mırıldanması da kesilmişti. Pastaneden gelen sıcak mayalı poğaçanın kokusu doldurmuştu ciğerlerini, kahvaltı yapmamıştı zaten pek kahvaltı yapmayı seven birisi de değildi ama canı çekmişti şimdi. Öğretmenler odasında demlenen sıcacık çayla ne güzel giderdi ama... Adımlarının yönünü değiştirip pastaneye gitti. Çıkan sıcak poğaçalardan aldı iki tane, çıkarken 'kolay gelsin,' demeyi de unutmamıştı. Babasının yanında esnaflık yaparken gıcık oluyordu iyi dileklerde bulunmadan çıkan insanlara. Bir de 'hoş geldiniz' dediğinde alık alık ona bakan o tipler yok muydu? Hatırlıyordu da hiçbir şey demeden uğurluyordu onları dükkandan. Kindar mıydı? Değildi, kısasa kısas demek daha mantıklıydı.

"İzmir'in kızları, bir elinde de poğaçaları..."

Ritim tutturmuştu adam kadının arkasından sinsice yaklaşırken, yaklaştıkça sesini de arttıyordu duyması için ve sonunda elde etmişti. İrkilerek arkasını dönmüştü Ferah, takım elbisesi içinde oldukça heybetli duran adama baktı. Onun gibi beyaz gömlek giymişti siyah kumaş pantolonun üstüne, boynunda da siyah bir kravat takılıydı. Kabanının altından ceketini de görebiliyordu. Elinde pembe kağıttan dosyası vardı, kadının ona döndüğünü fark ettiğinde eliyle kol saatini düzeltme ihtiyacı hissetmişti.

"Günaydın Ferah Hanım, erkencisiniz."

"Beni mi takip ediyorsunuz?"

"Adliyeye gidiyorum, onu nereden çıkarttınız?"

"Hiç," dedi kadın. Yanyana yürüyorlardı şimdi, adliye çalıştığı okulun iki cadde altındaydı hemen. Küçük bir kasaba diye boşuna söylemiyordu zaten sahi herkes buradan 'ilçe' diye bahsetse de Ferah inatla kasaba demeye devam ediyordu. Hayatında daha önce hiç böyle küçük bir yerde yaşamamıştı. Bir de bu gizemli yabancı çıkmıştı şimdi başına, sahi gizemli bir kısmı kalmamıştı ama hala bir yabancı olduğu doğruydu.

"Rahatsız etmiyorum değil mi sizi şu anda? Yolumu değiştirebilirim."

"Yok, hayır. Yolunuzu uzatmanıza gerek yok. Kabalık ettim kusura bakmayın, poğaça ister miydiniz? Dereotlu ve krem peynirli var."

Adam olumlu anlamda kafasını salladığında, Ferah poşetinin içinden iki poğaçanın da yarısını bölüp adama uzattı. Dereotlu poğaçanın kalan yarısını da kendi eline alınca çay hayalleri su birikintisinin içine düşüvermişti.

"Kaç yıldır buradasınız ve neden burayı seçtiniz?" dedi sohbet başlatmak amacıyla, adam ondan bu ilk adımı beklemiyor olmalıydı ki poğaçayı ısırmak için açtığı ağzı bir müddet öyle aralık kalmıştı.

"Beş yıl olmuştur herhalde, emin değilim tam. Üniversitedeki hocamın gözdesiydim, ben mezun oldum o da memuriyetten istifa etti. Buralıymış, burada bir bürosu olduğundan bahsediyordu zaten. Ben mezun olunca staj teklifi yaptı, ilk o zaman tanıştım bu yerle. Sonra kendisi bürodan elini ayağını çekince her şeyini bana bıraktı. Yarım kalan davalarını bile, emekliliğinin tadını çıkartıyor Bodrum'da. Bana da burada kalmak düştü işte, alışınca bırakması zor geldi."

"Ne güzel! Hocanız size çok güveniyormuş demek ki, gözü kapalı bıraktığına göre."

"Babam gibiydi, başımı ne zaman derde soksam soluğu onun yanında alırdım. Aileden maddi destek almadan sadece bursla geçinmeye çalışan bir öğrenci olduğumdan yer yer bana maddi destek bile sağlamıştı. Sonradan öğrendim ki yüksek lisans yapmaya kalkışsam o da benimle beraber okulda kalacakmış ama ben bir an önce para kazanıp kendi hayatımı kurmak istedim. Erkek çocuğu olunca, sizin aksinize, tabii beni de yanlış anlamanızı istemem ama bu baskı daha fazla oluyor. Hatta kuruntu demek daha doğru bir tabir olur."

"Hak veriyorum size, benim de iki ağabeyim var. Öyle bir baskı olmamasına rağmen onlar da bu kuruntuya kapılarak bir an önce çıktılar aile evinden."

"Zihniyet ve babayı örnek görmeyle alakalı bu da galiba. Kendi ailemden örnek verecek olursam annem ev hanımıydı ve evi geçindiren hep babamdı. Ben de kendimde o sorumluluğu görüyordum. Tabii, unutmamam gerek ki küçük yaştan itibaren sanayilerde dolanınca, okumak insana biraz sıkıcı geliyor."

Her insanın kendine ait bakış açısı, düşünceleri vardı. Bilen elin beş parmağı bile bir değilken tüm insanların aynı olması beklenemezdi zaten. Doğruya doğru, dünyada yaşayan her insan aynı düşünce yapısına sahip olsaydı ya şeytan olurlardı ya da melek. Genç adam, at gözlükleri olmayan ve ufku geniş olan birisiydi. Belki de çok küçük yaştan itibaren bahsettiği 'sorumlulukları' kendine edinmişti, belki de çocukluğunda bu sorumluluk bilinciyle yetiştirildiği için şu an bazı hareketleri çocukları andırıyordu. Ferah onu hala tam anlamıyla tanımasa bile yaşadığı şeyleri tahmin etmesi pek zor değildi, bir bağ kuramasa da müzisyen olmak isterken avukat olmuş bile diyebilirdi ama adamın mesleğine duyduğu saygı ve sevgiyi kendisine verdiği özenden bile fark edebiliyordu. Karmaşık bir hukuk sisteminde bulmaca çözer gibi bir şeyler öğrenmek hoşuna gidiyor olmalıydı. Ferah, elbette ki, bir insan gurusu değildi ama biriyle tanışınca içinize bir his doğardı ya bazenleri, o his iliklerine kadar sarmalamıştı kadını.

"İyi dersler size," dedi adam okulun önüne geldiklerinde. Yolculuklarının son iki dakikası sessizlik içinde geçince kadını sıktığını anlamıştı. İki dakika... Ne uzun bir süreydi ama!

"İstediğiniz sonucu elde edersiniz umarım, kolay gelsin."

Okulun bahçesinden içeriye girerken kendisine bir arkadaş bulduğunu düşünüyordu Ferah. Belli ki bu adam, bu küçük şehirde sürekli karşısına çıkacaktı, onunla tatlı tatlı sohbetler edecekti. Yağmur yağdığı zamanlarda, adamın sesini duyduğunda iki akşam önce olduğu gibi tepkiler vermeyeceğini de adı gibi biliyordu. Belki, ona eşlik bile edebilirdi. Küçük kasabanın iki meczubu olurlardı, belli mi olurdu?

Sessizliğin Şarkısıحيث تعيش القصص. اكتشف الآن