1.Bölüm MİRAS

23 4 0
                                    

                        ----------------------------

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

----------------------------

Gece kendisini hafif sabaha bırakmaya başlarken uyanmıştım. Uykumu bölen huzursuz havadan nefret etmiştim. İlk defa bölünmemişti uykum, defalarca kabuslarla uyanmıştım yatağımda. Yatağımın karşı tarafında ki takvime çarptı gözüm. Yirmi iki Ekim yazıyordu yaprakta, tam tamına on iki yıl... Annem öldüğünden beri bu ülkeye hapsolmuştum. Beni buraya kaçırmıştı annemi öldürerek. Ben annemin olmadığı bir dünya da yaşamaya devam ediyordum.

Saat yediye geliyordu, kuşlar uçuşup cıvıldamaya başlamışlardı. Yatağımın sıcaklığıyla vedalaşarak ayağa kalktım. Bugün yapacağım hiçbir şey yoktu, bu yüzden atım Dotty ile Saklı Bahçeye gidicektim. Kendime gelebilmek için her zaman ki gibi soğuk suyla doldurdum küveti. Üzerimdeki beyaz saten geceliği çıkararak vücudumun havalanmasına yardımcı oldum. Banyonun penceresinden gelen soğuk hava çırılçıplak olan tenime değince içim ürpermişti.

Küvetteki soğuk suya kendimi aniden bıraktım. Vücudum alışmaya başlamıştı, yine de soğuk su tenimle birleşince ağzımdan küçük çığlık edaları çıktı. Suda gözlerimi kapatarak kendimi düşüncelere bıraktım.

Düşünmeyi sevmezdim fakat her an düşünürdüm. İnsan buna mahkumdu, düşünmek insana verilmiş bir cezaydı. Düşünmek bir nevi yaşayarak ölmekti. Çok düşünen insanlar genelde intihar ederdi, çünkü düşündükçe acı çekerlerdi. Gerçekler düşünerek ortaya çıkardı ve bu gerçek onlara acı verirdi, bu acıdan bıktıklarında da hayata karşı anlamlarını kaybederlerdi. Bu yüzden ölümü kurtuluş bileti olarak adlandırırlardı.

Ben ise düşünmeyi tercihen yapıyordum. Her zaman düşünürdüm çünkü her şey tutarlı olsun isterdim. Benim için iyi olanı düşünürdüm hep. Bu da benim hayatta kalmamı sağlardı, zekam ve düşüncelerim birbirine bir ip gibi bağlanmıştı.

Küvetten çıkarken başucumdaki havluyu alıp sardım vücudumu. Aynada duran yansımama baktım, inceledim. Uzun, kızıl saçlarım ıslaklığından koyu kahve olmuştu. Bronz tenimde küçük su damlaları birikmişti. Yeşil gözlerim bir orman kadar derinden bakıyordu yansımama. Warlicia, adımı ülkenin yaşam enerjisi olan anka çiçeğinin adından almıştım.

Yansımamı es geçip banyodan dışarıya yavaş adımlarla çıktım. Yatak odama girdiğimde kendime seçtiğim, lacivert ve açık mavi karışımı, kabarık tüllü ve çiçek desenli elbiseyi giydim. Ata bineceğim için uzun çizme botlarımı giymiştim, aç değildim bu yüzden kahvaltı etmeden dışarıya çıktım.

Yanıma iki elma almıştım orda acıkırım diye. Okumayı sevdiğim için kitapta almıştım, tüm günü saklı bahçede geçirmek istiyordum rahatlıkla iki kitap bitirirdim. Diyarın tarihini merak ediyordum bu yüzden Anka diyarı kitabını almıştım yanıma. Okumayı bana annem öğretmişti. Onsuz yıllarımda da çalışmaya devam etmiştim.

Annemi çok özlemiştim, onu duyamıyordum, göremiyordum. Onu çok istiyordum yanımda, sarılmayı, kokusunu, her şeyini özlemiştim. Beyaz saçlarını, bronz tenini istiyordum. Bana bıraktığı tek şey kolyesiydi, üstünde warlicia çiçeği olan bir kolyeydi. Bir yapboz gibi birleştirilmişti adeta, sanki her şeyi açacak bir anahtara benziyordu dışardan bakınca. Ama değildi, açtığı hiç bir yer yoktu.

ANKA;ATEŞİN KÜLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin