ölü kuşlar şarkı söyleyemezler

38 10 4
                                    

- 16 Şubat 2021

İnsanların hep belirli bir gaye ile hayata geldiğine inanırdım. Doğdumuz günler hayatımızın ağırlığını, doğduğumuz yıl anne babamızı, doğdumuz ay ise kendimizi, olmak istediğimiz insanı, belirler gibi hissederdim. Ve herkesi bu düşünce yapıma göre bir şekle sokup,anlamaya çalışırdım ; yardıma ihtiyacı olan insanlara hep en önde koşardım, ağlayacak bir omuz aradıklarında hep ben gösterirdim ilk omzumu, bir sorun ortaya çıktığında çözümü ilk üreten ben olmaya çalışırdım. İnsana değer verdikçe, onları önemsedikçe çoğalırım sandım. Öyle sandıkça hep ilk koşan olmaya devam ettim, düştüm, kalktım, ayağım taşa takıldı defalarca sendeledim, yeri geldi anneme babama takıldım. Ne kadar çok engelle karşılaşırsam, o kadar güçlü olurum sandım. Hayata gelme gayem buymuş sandım. Oysa ben hep sandığımla kaldım. Sonra bir gün öyle bir taşa takıldım ki... o günden sonra bir daha kalkamadım. Belki de kalkmak istemediğimdendi kim bilir. Şimdi gelin size; her ne kadar beni yolumdan etse de - belki de gözümü açmama sebep oldu- her ne kadar dizlerimi kanatsa da, yarası kabuk bağlayamayacak kadar yaralasa da, takıldığım o taşın güzelliğinden, biraz da kendimden bahsedeyim.

Ben Choi Hyunsuk. 17 yaşında bir kaza sonucu artık duyamayan genç bir oğlandım o zamanlar. Hayatınız normal ilerlerken, yaşadığınız bir olayın hayatınızı değiştirmesi kadar iğrenç ve bir o kadar da can sıkıcı bir şey yoktur belki de bu hayatta. Neşeli bir çocuktum, bir zamanlar çok gülerdim, çok konuşurdum, saatlerce aynı şakayı yapıp sanki ilk defa yapmışım gibi gülebilirdim, aynı şeylerden defalarca bahsedebilirdim ve bunları yapmaktan hiç sıkılmazdım. Sonra o olay yaşandı, bir şeyler oldu -belki de olması normaldi- ben bir daha eskisi gibi olamadım. Hiç gülemedim, şarkı dinleyemedim, aynı şeylerden bahsedemedim, bazı şeyleri unutamadım, bazı şeyleri aşamadım. Ailemi tanıyamadım. Sanki duyamamak benim suçummuş gibi bana karşı takındıkları tavrı hiçbir zaman anlayamadım. Evlat olmak... Evlat olmak,bu dünyada bir insanın kaldırabileceği en zor şeylerden biriydi bana göre. Karşılıksız sevginin tek sahibiydi bazı evlatlar. Acı verdiğini bildiği hâlde sevmeye devam ettiğimiz tek şey ailemizdi bu hayatta. İnsan kaderini değiştiremiyor, anne babasını seçemiyor, belki de bu yüzdendi bu acı veren sevgiyi kabullenişimiz. Galiba ben onlara hiç evlat olamamıştım, hoş onlar da beni pek kabullenmiş sayılmazdı. Lâkin insan bir kez olsun merak etmez miydi, bir kez olsun saçını okşayıp, hâl hatır sormaz mıydı? Yaşanan şey zorla var olan ailemi benden iyice koparmıştı anlayacağınız. Her gün gökkuşağı olan gökyüzümde, her gün yağmur yağdı, kara kara bulutlar kapladı bütün gökyüzümü. Sonra da  onu tanıdım işte. Karşı evimize taşınmıştı ailesiyle. O günden sonra, gökyüzümde tekrardan gökkuşakları çıkmasa da, kara bulutlarımın arasına güneş ışıkları sızmıştı....
Jihoon, imkânsız aşkım... Adı Park Jihoon'du. Adının anlamından mıdır bilmem, hayatım boyunca onun kadar ciddi bir insan görmemiştim. Taş kadar sertti insanlara karşı. Ben onu hiçbir zaman öyle görmedim oysa ki. Her insanın içinde sevgi vardır öyle değil mi ? Önemli olan o sevgiyi ortaya çıkarabilmektir ya da belki o sevgiye layık olabilmektir ? İnsanlara sevgim çoktu, ama hiçbir insanı onun kadar sevmemiştim hayatımda. Kendime yapabileceğim en büyük ihanet buydu belki de. Birini kendinden çok sevmek eziyettir kendine. Ben Jihoon'a aşık değildim, Jihoon'u sevmiyordum da, ben Jihoon'a sevdalıydım. Sevgimi herkese vermiştim ama, sevdamın tek sahibi oydu. Onu, tırnağına batan ufacık bir tığmıktan, soğuk havada esen rüzgârların gözünü yaşartmasından, tırnaklarının kenarlarını ısırmalarından, dudaklarını kanatana kadar yolmalarından sakınmıştım. Her ne kadar önemsemese de, alışılagelmiş bir şeymiş gibi davransa da canını acıttığını biliyordum. Acısını susarak gösterirdi. Yutardı, sanki içinde kocaman acılar okyanusu varmış gibi. Okyanus dedim çünkü okyanusların dibi bucağı bilinmezdir, ben de Jihoon'un derinlerini hiç göremedim,bilemedim, bulamadım, yetişemedim. O çok şey konuştu benimle, ben bir kere sesini duyamadım. Çok şey sordu, cevap veremedim. Ben onu duymadığım halde dinlemeyi; o ise konuşmadığım halde anlatmayı sevdi. Siz bakmayın böyle söylediğime. Aslında hiç sevmezdi beni Jihoon. Sizin canınızı verecek kadar sevdiğiniz bir insanın, sizi günahı kadar sevmemesi yardım gelmeyeceğini bildiğiniz enkazların altında umutla beklemek gibiydi. Geceleri dışarı çıkıp verandalarında otururduk çoğu zaman. İşte o zamanlarda anlardım ki beni bekliyor, yanına gitmemi, duymadığım halde anlatmak istiyordu bir şeyler. Hemen koşar giderdim ben de, beni sevmediğini bildiğim halde. Jihoon sadece yalnızlığını gidermek için kullanırdı beni, bunu biliyordum. Hep denk olmadığımızı düşünürdü duyamadığım için. Benim, yanında olmamdan utanırdı. Bu yüzdendir geceleri gizli saklı buluşmamız. Benim bir tane okyanusum vardı  ama, onun balıkları çoktu, ve ben okyanusta yüzmeyi bilen balıklardan değildim. Onun okyanusu tuzluydu, ben ise tatlı denizlerde, okyanuslarda nefes alabiliyordum. Lâkin ne o bunu görmek istedi, ne de ben ona anlatmak. Beni ne için kullandığı, ya da sularında boğulacağım hiç önemli değildi. Sadece yanında olmak istiyordum, öylece durmak, ona bakmak, yanına sırnaşıp kokusunu ciğerlerime doldurmak istiyordum. Bazen geceleri eve gelmediği zamanlar olurdu, sabaha kadar beklerdim belki gelir diye, telaşlanırdım ya gelir de göremezsem diye. O yüzden beklerdim hep. Öyle zamanlarda bilirdim geceyi başkalarıyla geçirdiğini, kokuları sinerdi üstüne. Ona dokunan bütün ellerden, onu gören bütün herkesten nefret ediyordum, ama yaşanan hiçbir şeye engel olmaya gücüm yetmiyordu. Acizdim, acizdim çünkü ondan gidecek gücü kendimde bulamıyordum. Sırf bu yüzden ondan nefret ediyordum, sanki o da bunu anlarmış gibi, göğsüne yatırıp saçlarımı okşuyordu her seferinde. İşte o zamanlar cenneti yaşıyordum bu dünyada. Kafamda çalan çanlar susuyordu. Bir de kuşum derdi bana, gülerdi. Bunu duymayı o kadar isterdim ki... Onun sesini bilmeyi, bu kelimeyi onun sesinden duymayı, onun beni sevme ihtimalinden daha çok isterdim.

sevmek yakışır mı bana ? Where stories live. Discover now