KOYU KARANLIK

97 48 123
                                    


Almas enterradas en la profunda oscuridad
~♧~
Koyu karanlığa gömülü ruhlar

Musica;
Thurisaz-Inner Voices
Dorion-La Tormenta De Arena

~♡~

   Renkli ışıklar buğulu gözümde daha can yakıcı duruyordu. Sanki ışıklar bana elini uzatıyor gibiydi. Beni alıp götürmek için el uzatıyorlardı. Bense ne elimi uzatıyordum, ne de gözlerimin dolmasına engel olabiliyordum. Araba diğer arabaların arasında tıpkı bir yılan gibi kıvranıyor, korna sesleri bütün düşüncelerime ket vuruyorken, dolmuş gözlerimle direksiyon başında oturan sevgilime döndüm. Çok can yakıcıydı. Olanlar katlanılacak gibi değildi. Canımdan can gidiyordu oraya gitmemek için. Fakat elimde değildi, annemin dedikleri, elçinin söyledikleri, beynimin giruslarına tıpkı bir zehir gibi yayılıyordu . Boynuma dolanıp ölmeme sebebiyet verecek olan yılan , şimdiyse beynimde dolaşıp ölmeme neden oluyordu. Ve ölmek her zaman fiili bir şey değildir. Victor Hugo'nun dediği gibi, 'dudaklar gülerken gözler ağlayamaz mı?' Oysa aynısıydı işte. Nefes alırken insan, her nefeste binlerce kez ölebiliyordu. Her nefes bir hançer gibi defalarca aynı yerden kalbime saplanıyordu.

Onu ilk gördüğümde zaten tanıyormuşum gibi hissetmiştim. Sanki zihnimin derinlerinde bir yerde tatlı varlığını sürdürüyordu. Bir zamanlar onu görmüş, onunla var olmuştum. Sanki aynı gün yaratılmıştık. Toprağımız ve ruhumuz aynıydı. Tanrı bizi birlikte yaratmış, birbirimize yoldaş etmişti de biz; aynı denizin farklı dalgalarında, bambaşka yerlere, bambaşka hayatlara savrulmuştuk.

Araba ani bir frenle durduğunda ön cama doğru savrulup hızla koltuğa geri yaslandım.

''İyi misin?'' dedi hemen emniyet kemerini çözüp bana doğru eğilerek.

Başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. Başımı cama dönüp etrafa bakındığımda Miguel'in bahsettiği o mekana gelmiştik. Şimdi 'dudaklar gülerken gözler ağlayacaktı'. Hayatın kanunu buydu işte. Ne kadar kötü olursan ol, iyiyim demek zorundaydın.

Tam elimi kapının koluna atmıştım ki beni bileğimden sertçe yakaladı. Hızla ona döndüğümde onun ağlıyor oluşunu görmeyi beklemiyordum. Gözlerinin akına kanının kızılı bulaşmıştı. Onu öyle görmek , kalbimin dağlanmasına sebep oldu. Bütün yol boyunca tuttuğum göz yaşlarım onun göz yaşlarıyla birlikte bulunduğu kuytudan tahliye edildi. Önce yanaklarımda süzüldü, sonra dudaklarımdan içeriye esir düştü.

''Seni çok seviyorum benim tatlı Kozam. Benim minik Isabelim. Hayatımdaki tek iyikimsin. Yemin ederim senden başkası olmadı ,olmayacak. Seni, seni o kadar çok seviyorum ki. Yokluğunu katletmek istiyorum. Gitmeni asla istemiyorum, hiç istemiyorum. Yokluğun gitsin, sen kal...''

''Miguel...'' dudaklarımdan dökülen tek mırıltı bu olmuştu. Baş parmağını gözyaşlarımla ıslanmış dudağımın üzerine yerleştirdi.

''Hiç bir şey söylemene gerek yok güzelim. Üzülmeni asla istemiyorum. Ama üzülmemi de engelleyemiyorum. Bunun bir çözümü yok mu? Bunu engellememin bir çözümü bir yolu yok mu? Duvarlara yumruk atmak kendimi mahvetmek istiyorum ama yokluğun zaten beni mahvediyor. Başka bir yol...''

Onun daha fazla ağlamasına, acı içinde yalvarmasına gönlüm elvermedi. Bende tıpkı onun gibi baş parmağımı onun dudağının üzerine yerleştirdim. Gözlerim dudaklarına kitlenmişken, baş parmağımla onun ıslanmış dudaklarını okşadım bir süre.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Mar 17 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

ISABELLA Where stories live. Discover now