(9) Only when I stop the think about it...

43 6 7
                                    


Benim yaşlarımda olduklarını tahmin ediyorumdum. Çok korkuyordum. Dikkatsizliğim başıma bela açmıştı. Keşke Nicha ve Yuqi'nin telefon numaralarını alsaydım. Keşke kar küresine o kadar odaklanmasaydım. Keşke kuralları hiç çiğnemeseydim. Keşke şuan sıcak yatağımda yatıyor olsaydım. Kendi aralarında fısıldaştıklarını duyuyordum. Arada bir kahkaha patlatıyorlar, bana sesleniyorlar ve ıslak çalıyorlardı.

Adımlarımı sıkılaştırdım ve hızlandım. Kalabalık bir yer bulmam gerekiyordu, sonra da Yuqi ve Nicha'yı bulmam gerekiyordu. Ama ilk olarak bu ara sokaktan çıkmam ve bu beş sapıktan kurtulmam gerekiyordu.

"Hey kaçma bebeğim! Sadece biraz eğlenceğiz!"

"Ah! Çok masum, çok tatlı. Baksana nasıl da korkuyor!"

Yaklaştıklarını hissedebiliyordum, tam koşacaktım ki birisi kapüşonumdan tutup beni çekti. Yere düştüm ve düşmenin etkisiyle dizim kanamaya başladı. Bir bira şişesinin teneke kutusu dizimi kesmişti. Hemen bana en yakın olanın kasığına bir tekme attım. Çocuk, acı ile yere serildi. Bunu fırsat bilerek var gücümle koşmaya başladım. Nereye gittiğime bakmadan sadece koştum. Arkamdan bağırıyorlardı ve gittikçe yaklaşıyorlardı. Adım sesleri o kadar çoktu ki korkudan gözlerim dolmaya başladı.

"Yakalayın şu oruspuyu!"

Bulunduğum ara sokak  ıssızdı. Adım seslerim her duvarda yankı yapıyordu. Onlardan kurtulmak için hızla başka bir yöne saptım. Rastgele gitmek düz gitmekten iyidir. Ama kanayan yaralı dizim bana hiç yardımcı olmuyordu. Attığım her adım işkence gibiydi.

Nefes nefeseydim, buz gibi ter alnımdan aşağı süzülüyordu. Dar sokaktan geçerken sigara içen, içki içen ve daha sayamayacağım her türlü pisliği yapan insanlar gözlerini dikip bana bakıyordu. Burdan ne kadar çabuk çıksam o kadar iyiydi.

"Kaçma güzelim, bizi de kendini de yorma!"

Arkama baktığım zaman bir adım gerimde olanla göz göze geldim. Pis sırıtışı dudaklarındaydı ve ellerini oluşturuyordu. Bu benim var olan tüm gücümü dizlerime vermeme yetmişti. Sonsuza kadar koşamazdım en iyi çözüm saklanmak olurdu. Aramızdaki mesafeyi biraz açabilmiştim. Uzun bacaklara sahip olduğum için tanrıya minnet duydum. Önümdeki yol ayrımından sağa saptım. Ama keşke sola gitseydim çünkü karşımda sadece duvar vardı. Çıkmaz sokakta tıkılıp kalmıştım. Onlar da bunu fark etmiş olacaktı ki adımları yavaşlamıştı.  Endişeyle etrafıma bakındım bir çıkar yol olmalıydı. Duvardaki kapının kolunu indirdim. Muhtemelen bir iş yerinin arka kapısıydı. Ama nafile, kapı açılmadı. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ve ağlamaya başladım.

"Ah! Ağlama güzelim neden bu kadar üzüldün ki? Hem seni incitmeyeceğiz! Hiçbir şey hissetmeyeceksin!"

"Çünkü o zamana kadar ölmüş olacaksın!"

Elini belime doladığı zaman hızla onu ittim ve geri adımlamaya başladım. Bana yavaşça yaklaşıyordu. Gidecek yerim yoktu bu yüzden ağırdan alıyorlardı. Daha yarım saat önce çok mutluydum. Sanırım sona yaklaşıyordum. Ayağımın altına gelen cisim ile dengemi kaybedip yere düştüm. Orta boyda bir taştı bu. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu, taşı iyice kavramdım ve bana en yakın olanın alnına hedef aldım.

"Ah! Sen... Yakalayın şu deliyi! Sana bunu ödeteceyim küçük kız! Bakalım bir daha kafana göre birilerinin yüzüne taş atabilecek misin?"

Elini kanayan alnına gördü. Kafası çok fazla kanıyordu. Kolundan aşağı akıyordu ve yere damlıyordu. Sırtımı iyice kapıya yasladım, ne olacağını beklemeye başladım. Beni gerçekten öldürebilirler mi? Gerçekten köşeye mi sıkıştım? Bu gerçek mi rüya mı? Bana nefretle bakan gözlerin içinden ne geçiyordu?

Bir kapı sesi duydum.

Aniden koluma sarılan parmaklar beni kendine çekti. Ne olduğunu anlayamamıştım. Sonra kapı kapanma sesi, ağzımı kapatan bir el, işaret parmağını dudağına götürüp susmamı fısıldayan dolgun dudaklar.

Bu Song Mingi'den başkası değildi.

I Hate Everything About You  || Song MingiWhere stories live. Discover now