41. Kendimle Baş Başa

935 96 558
                                    

Bungalovda sabaha gözlerimi açtığımda yatakta tek başımaydım. Hava dünkü kadar olmasa da bulanık ve içerisi karanlıktı. Zihnimin açılmasını beklerken birkaç saniye olduğum yerde kalıp gözlerimi ovuşturdum, Chanyeol yine erkenden kalkmıştı. Telefonumu kontrol ettim, on beş saat kadar uyuduğumu zannediyordum ama saatin henüz dokuzu gösterdiğini görünce şaşırdım, gecenin geç saatlerine dek uyanık kaldığımız düşünülürse herhalde temiz hava bedenime gerçekten de iyi gelmişti. Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya girip yüzümü yıkadığımda düşünme işlevlerim yerine geri geldi. Bugün Seul'e dönmemiz gerekiyordu, doğa hayatına hiç uygun olmasam da burada vakit geçirmekten çok keyif almıştım. Bir yanım burada biraz daha kalmak, Chanyeol'le daha fazla sevişmek, ormanda dolaşıp etrafı keşfetmek ve ilkel eşyalarla yemek pişirmeye çalışmak istiyordu. Çamurlu giysilerimi düşünmek bile artık kulağıma o kadar kötü gelmiyordu. Giysiler nasıl olsa bir şekilde temizlenirdi.

İçeriye dönerken yumuşak adımlarım ayağımın altındaki tahtaları gıcırdattı, etraf çok sessizdi. Verandaya çıkıp ayağıma en yakında duran Chanyeol'ün terliklerini geçirdim ve kollarımı iki yana açarak esnedim, hava tertemizdi. Oksijenin ciğerlerime nüfuz ettiğini hissedebiliyordum, temiz hava yüzünden neredeyse burnum yanıyordu. Şakıyan kuşların sesleri muazzamdı, bu sesi duymayı özleyecektim. Etrafa şöyle bir göz atarken Jeep'i evin önünde göremeyince seslendim. "Chanyeol?"

Ses gelmedi, etrafta kimsecikler yoktu. Bir kez daha seslendim, erken kalkıp etrafı dolaşmaya çıktığını tahmin ediyordum. Arabası neredeydi? "Chanyeol?" Tedirginliğim saniyeler içinde tavan yaptı, seslenirken sesim titredi. "Chanyeol, neredesin?"

İçeriye koşar adımlarla döndüm, telefonu burada değildi. Kendiminkine uzanıp aradım ve etraftan bir ses duymayı bekledim, yakınlarda bir yerdeyse zil sesini duyabilirdim. Arama kendiliğinden sonlandı, ekranın üstündeki işaret sinyalin zayıf olduğunu gösteriyordu. Bir süre durup derin birkaç nefes aldım ve sakinleşebilmek için olduğum yerde bekledim. Telefonu büyük ihtimalle yanındaydı, dün giydiği kolsuz tişört ve şort sırt çantasının üstünde duruyordu. Çantayı kurcaladım, dönüşte giymek için ayırdığı tişörtü ve şortu çantada değildi. Yani üstünde temiz giysileri vardı. Verandaya döndüm, o arazi tipi hâkî ayakkabıları da yoktu. Belki de sadece yürüyüşe çıkmıştı.

Verandanın gıcırdayan basamaklarını kararsızlıkla inip etrafa bakındım, sabah serinliği tüylerimi diken diken etti ve kollarımı sıvazlayarak bungalovun dışına kararsız adımlar attım. Kısa kollu bir gömlek ve şorttan oluşan ince pijama takımı beni yeterince ısıtmıyordu. Ayağımdaki büyük terliklerle düşmemeye çalışarak geldiğimiz yola doğru yürüdüm, ileride bir otopark gördüğüme emindim. Belki de arabayı otoparka bırakmaya gitmişti.

Ama biraz ilerledikten sonra uzaktan görünen park alanında hiç araba göremedim. Olduğum yerde ne yapacağımı bilemeyerek dururken rüzgarla birlikte salınan ağaç dalları bir an beni tedirgin etti, burada yalnızca biz vardık, belki de yalnızca ben. Korkulu gözlerle etrafıma baktım, dün gün boyu kahkahalarla dolaştığımız orman yolu gözüme birden ürkütücü geldi. Hemen hızlı adımlarla bungalova geri yürüdüm, durmadan arkama bakıyor, etrafta yabancı biri var mı diye bakıyordum. Biraz düşününce durum daha da korkunçlaşıyordu, nerede olduğumu dahi bilmiyordum. Kamp yerinin adı hakkında bir fikrim yoktu, herhalde Chuncheon'da falandık ama yanlış biliyor da olabilirdim.

Verandanın basamaklarını hızlıca tırmanıp merdivenin başında durdum, farkında olmadan etrafı gözetlerken tırnaklarımı dişliyordum. "Chanyeol?" Bu sefer daha yüksek sesle bağırdım, sesim ormanda yankılanıp kulaklarıma geri döndü. Kendi kendime mırıldanıp ilk basamağa oturdum. Nereye gittin? Neden arabayı da götürdün?

Eyes of VenusWo Geschichten leben. Entdecke jetzt