Bölüm 1 | Baskın

42 7 12
                                    

Multimedya Görseli; Dilreba Dilmurat / Gül - Bahar Sultan ✨️
Nazenin bir hanım Sultan yaratmak istediğim için, Dilreba'yı kullanmaya karar verdim.
Yüz yapısının Gül - Bahar Sultan'a benzediğini de düşünüyorum. ✨️

Sabah, şafak vaktinden evvel uyandım. Nedenini bilmediğim bir huzursuzluk vardı içimde ve bu his beni gün doğumundan evvel uyandırmıştı. Bu sebeple, biraz da olsa kalbimi huzurla doldurmak adına, bahçeye çıktım. Henüz gün doğmadığı için hava biraz serindi. Gerçi Arnavutluk hep biraz serindi.

Fakat, gündoğumunu izlemek bile kalbimdeki huzursuzluğu atmaya yetmedi. Güneş doğdu, doğdu doğmasına ama, sanki bir felaketin haberini veriyormuşçasına insanlar çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Hem de ne bağırmak... Gök yırtılıyordu sanki... Olanı biteni öğrenmek için, evimin bahçesinden çıkıp sesin geldiği yöne koştum. Sırp askerleriydi bunlar. Ve... Direnen herkesi - özellikle de erkekleri - öldürüyorlar, kadınları ve genç kızları ise götürüyorlardı. Etrafıma bakındım. Saklanmalıydım. Ama nereye? Arnavutluğun ormanları sıktı. Geniş gövdeli ağaçların arasından beni de görmeleri çok zordu. Bu yüzden kulaklarımı kapatıp, askerlerin birazcık uzaklaşmasını bekledim. Askerler biraz uzaklaşınca, en yakın ormana koşacaktım. Ama olmadı. Ben biraz uzaklaştıklarını fark edip, ormana doğru koşmaya başlayınca bir vınlama sesi duydum. Akabinde bacağımda bir ağrı. Ve bardaktan boşalırcasına yere dökülen kan...

- "O kızı alın." dedi bir ses. Ve ekledi. "Ona dokunulmayacak. Sırp Despotluğu, hediye cariye olarak götürür bunu. Alımlı da zaten. Diğer kızları esir pazarında satın." dedi ve ekledi.

- "Bacağını da sarın. Yazık olur bacağı aksak kalırsa." Çenemi sertçe kaldırdı.

- "Ne bakıyorsun öyle zümrüt gözlü kız? Onlar gibi esir pazarında satılmak mı istiyorsun?"

- "Beni Osmanlı'ya bir mal gibi vereceğinize köle pazarında satın veya öldürün." diye tısladım.

- "Hayır, ölmeyeceksin. Yaşayacaksın zümrüt gözlü kız. Hiçbir şey yapamamanın öfkesi ve bugünü unutamacak olmanın üzüntüsüyle sen bir gün değil, her gün öleceksin."

- "Onları neden öldürdünüz? Ne yaptı size onlar?"

- "Ayağın sarıldı. Ayağa kalk, ve bin şu ata." dedi boynuma kılıcını dayayarak. Suratına tükürdükten sonra "O halde bunu o küçük kafana sok. Bir gün, beni öldürmeyip kendi ellerinle saraya soktuğun için her gün kendine küfredeceksin." dedim çenemi sıkarak.

- "Hayır, ağlamanın sırası değil Gülbahar. Şimdi değil, olmaz."

İçten içe ağlamamak için kendime telkinde bulunmama rağmen, yine de gözlerimden akan birkaç damla gözyaşına engel olamadım.

Gözlerimin önünde birçok insanı öldürdüler, birçok kadını esir pazarında satacaklar. Sebebi ne? Koskocaman bir hiç. Belki de tecavüzlere uğrayacaklar. Peki ben? Bir eşyaymışım, bez bebekmişim gibi Osmanlı Sarayına getirileceğim. Üstelik bu leş kargaları tarafından... Diğer eşyalar gibi padişaha hediye olarak sunulacak olmak... Dünyanın en berbat hissi galiba. Kadınlar, bir hükümdara neden hediye olarak sunulur biliyor musunuz? Sadece yatağını inci işlemeli çarşaflar gibi süslesin diye. Tüm bunlar midemi bulandırıyor.

Üstelik bu insanlar, sadece bunun için öldürülmüş olamaz. Bir çoğunun belki mezarı dâhi olmayacak. Belki de cesetlerini kurtlar kuşlar yer.

- "Zoti ju mallkoftë."

- "Maalesef güzel kız. Tanrı yok, dolayısıyla da bizim belamızı verecek kimse de yok. Enerjini bize bela okumakla harcayacağına Türk Padişahını nasıl memnun edebileceğini düşün." Bunu duyan diğer Sırp askerleri hatırı sayılır bir kahkaha attılar.

- "Dedi, Türk kılıcından korkan; bu sebeple de Mara Despina'yı Türk Sultana hediye eden Sırp itleri." dedim gülerek. Sinir olma sırası, artık onlara gelmişti. Kollarımı kavuşturup, atımı kamçılayıp deh diye gitmek vardı şuradan... Ama nereye? Daha önce Arnavutluk'tan dışarı adım atmışlığım mı var hayatım boyunca? Ellerinden kurtulmanın bir yolunu bulmazsam, hayatım boyunca süslü bir kafeste yaşayacağım. Ve ben, böyle bir hayat istemiyorum. Hür doğdum, hür yaşadım, serçe gibi kafese kapatılmaktansa, kartal gibi hür ölmeyi tercih ederim. Bu nedenle, bana verdikleri ata fısıldadıktan sonra atı sertçe mahmuzladım. At, şaha kalktıktan sonra yayından fırlamış ok gibi dört nala koşmaya başladı.

Ben bilinmezliğe doğru koşarken, Sırp askerleri peşimdeydi. Ta ki , attan düşene kadar. O sırada, birisi avını bekliyordu. Ben yere düşünce, avı bırakıp benim yanıma geldi.

- "İyi misiniz?" dedi buz gibi bakan gözleriyle.

- "Beni saklar mısınız?" dedim endişeli gözlerle.

- "Kimden kaçıyorsunuz?"

- "Sırplardan."

Kaşlarını çattı.

- "Neden?"

- "Çünkü beni bir köle gibi Osmanlı Sarayına götürecekler."

- "Tamam. Benimle gelin. Merak etmeyin, sizi bulsalar bile bir şey yapamazlar." dedikten sonra tek kaşını kaldırıp, "Hatuna su verin. Korkmuş." dedikten sonra kim olduklarını ancak anlayabildim.

- "Siz... Türk Padişah'ın askerleri misiniz?"

- "Evet. Ben İskender, demin gördüğünüz kişi de oğlu Mehmed'di."

İlk bölümü, biraz kısa tutmak istedim ilk kitabımda uzun bir final okudunuz diye :D Bunu da umarım seversiniz.

Not; Sultan 2. Murad Türkçe'ye çok değer verdiği için, Yavuz'daki gibi çok tamlama kullanmayacağım.

İyi okumalar ♥︎

Tutsak SultanWhere stories live. Discover now