kırk bir

1.3K 110 19
                                    

Bazen kendimi bulduğum yerlere hayret ediyordum. Aslında oralara bilinçli gitsem de gün sonunda "Benim burada ne işim var?" dediğim çok oluyordu. Muhtemelen gitme kararı alırken çokta sağlıklı bir düşünce yapısında olmuyordum. Mesela burası. Yani Altan Eroğlu'nun arabası. Buraya sorsalar bilinçli gelmiştim ama neye göre bilinçli kime göre bilinçli?

"Eğer amacın camda buhar oluşturup sonra ismini yazmaksa aklından bile geçirme." sözleriyle içimde yüzüme tırnaklarımı bastırıp derimi soyma isteği belirdi. Nefesimi cama doğru vermeyi bırakıp ona döndüm. Gevşemeye çalışırken "Sabahın köründe kapıma kadar niye geldiniz?" diye sordum.

Hala telefonuyla ilgileniyordu.

Parmaklarını klavye de o kadar hızlı gezdiriyordu ki ondan hızlı yazan çok nadir insan gördüğümü söyleyebilirdim. Ancak bir sıkıntısı vardı. Ara sıra duruyordu. Bunu başta düşünmesine veriyordum ama öyle olmadığını geçen dakikalarda telefonu yüzüne yaklaştırdığı bir an anlamıştım. Peçeteyle yaklaşık iki dakika ekranını temizlemişti. Bunu yaparken mesajlaştığı kişiyi beklettiğini ikimizde biliyorduk. Fakat geçen süre umurunda değilmiş gibi mesajlaşmaya geri girmişti. Aradığı kişiyi bulamayınca da "Hemen nereye kayboldu bu?" diye söylenmiş, aramış ve uygulamaya geri girmesini söylemişti.

Kısacası, sorunluydu.

"Sabahın körü değil," onaylamaz anlamda başını salladı. Bütün dikkati ekranda gibi gözükse de ara sıra beni de kontrol ediyordu. Neden mi? Arabayı pisletiyor muyum pisletmiyor muyum görmek adına. Ve ne hikmetse hep arabasını pislettiğimi düşünüyordu.

"Saat altı buçuk," sırtımı koltuğa yasladım, "Kış ayında olduğumuzu varsayarsak gayet sabahın körü oluyor." her ne kadar hiç uyumamışta olsam şu an insanların uyuması gereken bir saat olduğunu savunuyordum. Normal şartlarda ben de uyurdum. 

Ancak şartlar hiç normal değildi. Tarifi zor bir hisle Ayaz'la ilgili haberleri bir saat boyunca okumuş, sonra onların bir bir kaldırıldığını görünce 'yalan haber mi?' diye endişelenmiştim. Oktay'la bu endişemi paylaştığımda "Yalan haber değildir. Sadece milletvekili çocuğu olduğundan mevzuya gizlilik kararı çıkarmışlardır." diyerek beni yatıştırmıştı.

Ardından geçen sürede Oktay uyuyabilse de beni uyku tutmadığından odama geri dönmüş ve uykumu getirecek şeyler aramaya başlamıştı. O sırada da sadece bir an için perdemi açıp dışarı bakmamla bahçe kapısının dışındaki arabayı fark etmiştim. Altan Eroğlu kaputa yaslanmış evi süzüyordu.

Ben de benimle konuşmak istediğini düşünerek üstüme düzgün bir şeyler giyip evden çıkmıştım. Arabasına kadar geldiğimde önce bir süzmüş sonra arabasına binmeme izin vermişti. O da peşimden binmişti ama o dakikadır konuşmuyorduk.

Daha doğrusu neden burada olduğunu anlatmıyordu.

"Uykum var ve sessizliğiniz gitgide sinirimi bozuyor." kısa bir bilgilendirme geçtiğimde "Ne tesadüf benim de ses sinirimi bozuyor." diye konuştu. Adeta 'Susabilir misin?' diye imada bulundu. Gerçi o bunu böyle söylemezdi. TCK'nın bilmem kaçıncı kanunun bilmem kaçıncı sayısından söz ederdi. Hatıralarıma saatler öncesi düşünce kaşlarımı çatıp ona baktım. "Oteldeyken varlığımızdan rahatsız oluyordunuz. Şimdi neden siz varlığınızla,"

"Ben varlığımla kimseyi rahatsız etmem." güç tuşuna basıp ekranın kapamasına sebep olurken arkasına yaslanıp bana baktı, "Sessizlik kimsenin sinirini bozmaz, Devrim. Sizin aksinize ben sınırlarımı bilen birisiyim ve ona göre yaşarım."

Bütün bu bahsettikleri karşısında büyük bir öğüt almış gibi başımı salladım ve dedim ki, "Neden buradasınız?"

Elini pantolonunun arka cebine attı. Oradan cüzdanını çıkarıp içini açtı ve aldığı bir kartviziti bana uzattı. Merakla uzattığı kartviziti alıp incelediğimde kendi adının yazdığını gördüm. Bu ona ait bir büronun kartıydı. Üstünde ise kendi bilgileri yazılıydı. 

KİMLİKSİZ ✓Where stories live. Discover now