4: ALTINDAN DEĞERLİ AMA HURDACIYA SATILDI

3 2 0
                                    

19.05.24

BÖLÜM 4: ALTINDAN DEĞERLİ AMA HURDACIYA SATILDI.

Kan bağı kesilip atılamaz; candan can kopartmak aptal cesareti ister.

Leyla Alara Aktaş

Pisliklerle uğraşmak kenelerden kurtulmak gibidir. O pis keneler size yapışır, canınızı yakar ve kanınızı içerler. Sizi zehirler, hasta ederler. Onlardan kurtulmak için onları koparmanız sizin için de ölüm demektir. Bu durumlarda size yardım edebilecek tek kişi doktorlardır. İşi bilenin acil müdahalesi şarttı.

Kenan Yıldırım, Ulukanların kenesiydi. İşe karışmamla o kene bana da yapışmaya çalışacak, beni öldürmeye kalkacaktı. Onun kafasını kopartmaya çalışsam ben de ölecektim. Bana yapıştığı an onunla olan savaşımı kaybetmiş olurdum. Bana her türlü zarar verirdi fakat olabildiğince az zararla yırtmanın yolu bir doktora yakın olmaktı.

Benim doktorum halamdı. Keneden korunmanın yollarını öğrenebileceğim yegane kişi, ne olursa olsun benim arkamda olan az sayıdaki yoldaşımdı. Halamın kenelerle olan profesyonel savaşının hikayesini bilmiyordum ama anlatacağı günü sabırsızlıkla bekliyordum.

Çantamdaki telefonumu çıkarttım. Saat yedi olmuştu. Gergince telefonu yolcu koltuğuna attım. Sekizde halamın evine, akşam yemeğine davetliydim ve trafiğe kalmıştım. Arabamı çalıştırdım. Telefonum arabaya bağlandığında halamı aradım. Yola çıktım, hız sınırları içerisinde kalarak olabildiğince hızlı bir şekilde arabayı sürmeye başladım.

İstediğim gibi sürat yaparak araba sürmeyeli uzun zaman olmuştu. Trafik kurallarını hiçe sayarak yolların tozunu almak isterdim fakat göze batmanın, aksiyon yaratmanın anlamı yoktu. Olabildiğince sıradan, çoğunluğun olduğu gibi kalmak zorundaydım.

Halam telefonu her zamanki canlı sesiyle açmıştı. Onun neşeli sesini duymak başıma toplanan kara bulutların birazını dağıtabildi.

"Alara, umarım gelemeyeceğini söylemek için aramamışsındır. Çok kırılırım."

Halamın bana kırılacağını biliyordum. En ufak aksilikte kırılır, kızar ve küserdi. Onu üzmekten kaçınırdım. Elimden geldiğince sözlerimi tutar, tutamayacağım durumlarda da bahanemi uygun dille sunardım.

"Geliyorum hala. Biraz geç kalacağım sadece. İstediğin bir şey var mı?"

Halamın olumsuz yanıtının ardından telefonu kapattım. Zaten iki saate yüz yüze konuşacaktık. Halam telefonlarla konuşmayı sevmez, tercih etmezdi. Bana da hiçbir önemli işimi telefonda konuşmamamı, mesajla yollamamamı söylerdi. Yüz yüze konuşamayacağım insanlarla iş yapmamamı tembihlemişti.

Halamın hiçbir zaman bir isteği olmazdı. Evinde hiçbir şey eksik olamazdı. Bunun için yirmi kişiyi evinde çalıştırırdı. En ufak bir aksaklık büyük bir kaos anlamına gelirdi. Bu yüzden halamla yaşamıyordum. Onun düzen ve kontrol takıntısı beni aşıyordu.

Halamın büyüleyici malikanesine varmam iki saatimi aldı. Dağın başındaki bu malikanenin en sevdiğim yanı İstanbul'dan izole olmayı başarmasıydı. Beton yığını mega kentin ortasında bir koruluktu. Minik bir ormandan hallice çevresiyle Dolunay Malikanesi herkesin hayaliydi.

Çaylaklık zamanımda halam bana burayı tasarlamam için tek bir şans vermişti. Bu işi hak eden bir sürü mimar varken benim gibi bir çömeze bomboş araziyi emanet etmesi beni hem gururlandırmış hem de korkutmuştu. Bana bu işi neden verdiğini sorduğum zamansa sadece zamanla anlayacağımı söylemişti.

BEYAZ KRİZANTEM (18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin