5. BÖLÜM : YARA

52 8 7
                                    

Uykulu gözleri bakışlarının daha kısılmasına sebep oluyordu, adamın kahverengi gözleri ovuşturulmaktan rengini yitirecekti neredeyse. Ellerini kısacık saçlarının üstünde gezdirirken başını sağa sola yatırıp boynunu rahatlatmaya çalıştı. Siyah dar kotu, beyaz tişörtü ve hava sıcak mı soğuk mu ikileminden başı ağrımasın diye tek omzuna attığı pamuklu siyah renkli sweatshirtü vardı. 

Aile dostları Albay'ı ziyarete geldiği için yolu hastaneye doğruydu. Refakatçi olduğu için başta canı sıkılsa da şimdi canına minnetti. Omzunun üstünden şöyle bir geriye bakıp batan günün altında otoparka bıraktığı arabasına baktı. Yeri iyi gözüküyordu, bir  sıkıntı olmazdı. Acaba Cemre'yi bugün  görebilecek miydi? Çalışıp çalışmadığını bilmiyordu. Kahve içeceklerine dair sözleşmişlerdi ama buna dair tek planlamaları bu olmuştu.

Acabalarla hastaneye doğru yürürken ana girişe doğru gidiyordu. Başını çevirip Acil Servis'in önüne baktığında tam o anda iki yana açılan cam kapıdan üniformalarının içinde elinde bardakla ve yanında mesai arkadaşıyla dışarı çıkan Cemre'yi gördü. Yanındaki arkadaşı hızlı hareketlerle bir sigara yakmıştı ve Cemre bununla birlikte birkaç adım mesafe koyuvermişti aralarına. 

Kahvesini içen kızı incelerken onun sigara kullanmadığını ve hatta dumanından da rahatsız olduğunu gördü. Gülümserken buldu kendini. Kızın tepesinde dağınıkça yaptığı topuzu, yorgun ve makyajsız yüzü, belki bir beden büyük formaları ve uzaktan bile kendini belli eden turuncu renkli hastane terlikleri onun saatlerdir çalıştığının kanıtı gibiydi.

Gülümsemesinin yüzünde büyüdüğünü ve gözlerine keyif ışıltılarının yerleştiğinin farkında değildi. Onun şu basit ve sıradan anındaki duruluğunu, çabasız çekiciliğini görmek ve adamda uyandırdığı masumiyet hissini keşfetme isteği an be an artıyordu.

Kızın ansızın yüzünün kendisine dönmesiyle gülümsemesi parladı, ve selam vermek için daha da büyüdü. Elini havaya kaldırdı ve sanki ortaokul öğrencisiymiş gibi kıza el salladı. ''Salak kafam,'' dedi sessizce gülümsemesini zedelemeden. ''Keşke çiçek alsaydım.''

Cemre ağzındaki kahveyi öyle zor yutmuştu ki.. ''Kahretsin,'' dedi kaşları çatılırken. ''Tipime bak.'' Neredeyse ağlayacaktı. ''Darmadağınım, şu halime bak.''

Hemen yanındaki hemşire arkadaşı Bahar Hemşire kızıl saçını omzundan geriye atarken ''Ne oldu, Cemre?'' diye sordu. ''Bir anda yüzün gözün değişti?'' Parmağını birkaç kez şıklattı. ''İyi misin?''

Genç kız bu kez de arkasına döndü, ne yapmalıydı, ne yapacağını da bilmiyordu ki.. ''Burada,'' dedi arkadaşına sessizce. ''Sana bahsettiğim şu çocuk, burada.'' Sanki suç işlemişte yakalanmış gibi gözlerini yumdu ve açtı. ''Tipime bak, bu halde gördü beni.''

Arkadaşı gülmeye devam etti. Kızıl saçlarını bu kez de diğer omzunda topladı. Her ekibin bir kızıl saçlı süslüsü olurdu, bu ekibin ki Bahar'dı. ''Sakin ol, sakin ol,'' dedi. ''Şimdi derin bir nefes al çünkü bize doğru geliyor.''

''Ne,'' diye irkildi Cemre. ''Yahu ben hep cebimde yedek maske taşırdım. Şimdi yok ve yüzümün haline bak!''

''Sakin ol kızım,'' diye fısıldadı arkadaşı. ''Nefes al. Doğal davran.''

Cemre tam çığlık atacakken Dördüncü'nün ''Selam,'' dediğini ve yaklaşan ayak seslerini duydu. ''İyi nöbetler.''

Cemre tek harekette önüne döndüğünde ''Selam,'' dedi. Gergindi, mutsuzdu, şuan bakımsız ve bitik gözüküyordu, adam kendisini pasaklı sanacaktı. ''Teşekkürler.'' Gülümsemeye çalıştı. ''Bu saatte buradasın?'' Kaşları  alnında hareket etti. ''Yoksa hastanız mı iyi değil.''

''İşlerim vardı. Gündüz onları halletmem gerekti. Ancak gelebildim Albay'ın yanına.''

''Anladım,'' dedi Cemre kısa kesmek isterce. ''Tekrar geçmiş olsun. Bizim de nöbete dönmemiz gerek.'' El salladı hızlıca. ''Görüşürüz.'' Arkadaşının kolunu tutup onu önüne çekti ve yürümeye başladı, bu sırada da arkadaşını itiyordu. 

''Cemre,'' diye seslendiğinde kız olduğu yerde kaldı. Arkadaşı kıkır kıkır gülerek acil kapısından içeri girerken o hala olduğu yerdeydi. Adamın kendisine yaklaştığını ise duyuyordu. ''Kaçıyor musun yoksa bana mı öyle geldi? Alınmak üzereyim.''

''Hayır,'' dedi Cemre hızlıca ve direkt şekilde. Adama dönüp gülümsedi. ''Sadece çalışıyorum ve işimin başına dönmem gerek.''

Uğur gülümsemeye başladı, genç kıza göre bu sevimli ve akıl çelen bir gülümsemeydi. Ansızın ''Ah,'' dedi Uğur ve elini karnına gitti. ''Canım yandı bir anda.'' 

Cemre anlayamazken ''Noldu?'' diye sordu.

''Sen,'' dedi Uğur yüzündeki gülümsemeden eser yokken. ''Hemşire değil misin?'' Kız endişeyle başını sallarken Uğur acıdan iki büklüm olur gibi kıvrandı. ''Karnımda ki bıçak yarası, acımaya başladı bir anda. Sanırım kanıyor da.''

''Şaka mı yapıyorsun?'' diye sordu Cemre. ''Tam şu anda, az önce gülüyorken üstelik?''

''Ah,'' dedi Uğur bir kez daha acıyla, asker arkadaşları onu bu halde görse sağlam dalga konusu olurdu. ''Yalancı da oldum bir de ha?'' Beyaz tişörtünün ucunu tutup havaya kaldırdı ve karnının yan tarafındaki pansuman muntazam haliyle ortaya çıktı. ''Canım yanıyor.''

Cemre endişeyle baktı ama onun yalan söylediğinden de neredeyse emindi. Ama gerçek olan şey karnında bir bıçak yarası olmasıydı. ''Kim yaptıysa pansumanın temiz duruyor,'' diyerek ona inanmadığını hissettirmek istedi ama genç adamın çabası da çok hoşuna gidiyordu.

''Acıyor,'' dedi boynunu büküp kahverengi gözlerinin içi parlarken. Küçük, numaracı üstelikte mızmız bir çocuk gibiydi bir doksan küsür boyuna rağmen. ''İstersen bırakalım, kanasın, mikrop kapsın. Doktor yok mu burada?'' Elini başına götürdü. ''Kötüyüm diyorum, bayılabilirim de. Galiba iç kanama geçiriyorum, hiç iyi değilim.''

Cemre gülecekken vazgeçti ve ''Hadi,'' dedi. ''Seni kurtaralım.''

Uğur Atalı, yirmi yedi yıllık hayatının en tatlı acısını yaşıyordu ve bazı anlar ne kadar korkutucu olursa olsun güzel şeylere de sebep olabiliyordu. Acil kapısından bu kez de hasta olarak giriyordu ve kız az sonra ona pansuman yapacaktı. Kanamadan olmasa da heyecandan bayılabilirdi. 



BİR TEMMUZ SABAHI İTİBARİYLEWhere stories live. Discover now