18. Bölüm - İpucu

6.5K 396 15
                                    

Multimedia | Message to Bears - Undone

۵

Kucakladığın acılarda boğulacaksın, farkında mısın?

۵

"Ye artık şu tabağındakileri."

Alabildiğince uzanan deniz bir çarşaf gibi yukarı aşağı dalgalanıyor, etrafını çepeçevre sarmış beton duvarlara büyük bir hırsla savuruyordu kendisini. Koynunda bir aşağı bir yukarı hareket eden karabatakları nazikçe kucaklıyordu. Üzerine dikilen sayısız gözden akanları topluyordu asırlardır. Onca derde, onca sessiz haykırışa rağmen bozulmuyordu benliği.

Düşüncelerinin seri akışında savrulurken sarstı Berk'in sesi kendisini. Herhangi bir tepki vermedi; başını da çevirmedi. Öylece, oturduğu yerden karşısındaki manzarayı boş gözlerle izlemeye devam etti.

"Zorlama istersen Berk," dedi Mısra. Elindeki çatalı tabağındaki zeytine değdiriyor, sağdan sola oynamasını sağlıyordu. Başını kaldırıp yanında oturan sevgilisine baktı. Yorgundu bakışları, herkes gibi. "Şu anda düşündüğü en son şey yemek."

"Hangimiz Yağız'dan farksızız ki?" Eylem çay bardağını kavradı ve yeni tazelenmiş çaydan bir yudum aldı. Çayın o taze sıcaklığı dilini çepeçevre sarmış, boğazından aşağı ilerlediği her mesafeyi adım adım yakmıştı. Fark etmeden, umursamadan çay bardağını tabağına geri yerleştirdi ve kollarını masanın üzerinden birbirine doladı.

Berk homurdanarak iki genç kızı izledi hızlıca. "Kaç gündür adam akıllı bir şey yediği yok." Öfkeli bakışlarını Yağız'ın yüzüne kenetledi. "Yüzünün halinden, gözlerinin altından bahsetmiyorum bile."

"Şu son günlerde aynaya baktın mı sen hiç?" Eylem bakışlarıyla genç adamın yüzünü işaret etti. "Zira senin de ondan farkın yok."

Berk ikisinin de dediklerini umursamayıp Yağız'a baktı. "Yağız," dedi. Ardından sesinin tonunu fark edip etrafına göz gezdirdi ve biraz öne eğildi. "Dostum, bana bak. Bu halinin ne sana ne de Zümrüt'e bir faydası var."

Yağız'dan yine bir tepki alamayınca sandalyesine geri yaslandı ve başını iki yana salladı. Kısa bir an bir anıyı çepeçevre sardı zihni. Şimdi karşısında Zümrüt vardı, akşamüstüydü. Yağız ortalıkta yoktu. Odasındaki koltuğa kurulmuş, boş gözlerle pencerenin ardında kalan dünyayı izliyordu. İkisi de birbirinden beter, diye düşündü. İkisi de birbirinden âşık.

Yağız masada dönen ve son anda kendisine yönelen muhabbeti duyuyordu en başından beri lakin dinlemiyordu. Denizin tenine vuran güneş ışıklarının yarattığı parıltılara takılmıştı bakışları. Bir yanıp bir sönen, bakan kişiyi kör eden bir şölendi bu. Gözleri acımıştı, etraftaki başka bir şeyi göremiyordu. Fakat yine de oraya bakıyordu. Oraya bakıyor, tanıdık bir yüzü görüyordu.

Kaç gün olmuştu, saymıyordu artık. Ümitleri, hırsı, enerjisi tuz buz olmuş, avuçlarından süzülüyordu. İlk dakikadan itibaren kötüsünü düşünmemeye, inancını sağlam tutmaya odaklanmıştı. O da nafileydi. Ne hissetmesi, ne düşünmesi gerektiğini de bilmiyordu artık.

Günler boş beleş ilerlerken bir çözüm yolu yahut ipucu bulmaya çalışıyorlardı. En önemli sorun nerede olduğunu bulamamalarıydı.

Aptal kız, diye söylendi içinden. Dudaklarını sıkmış, kaşlarını çatmıştı. Her defasında aynı şeyi yapıyordu. Kendi kafasına göre olayları değerlendiriyor, uygun zannettiği çözümleri kimseye sormadan hayata geçiriyordu. Herkesi koruduğunu düşünüyordu böylelikle. Aptal, aptal, aptal. Yanında olsaydı da bağıra çağıra dökseydi içindekileri genç kıza karşı.

ZOR KADIN : DÜĞÜMWhere stories live. Discover now