25•|Güven&Sadakat|

374 17 8
                                    


Kucağımdaki dağılmış kızı sürdüm bir kere daha.
Hayır, onu böyle bir halde tek bırakamazdım ama bir yandan da yanlarına gitmem gereken bir grup arkadaşım vardı ki- içlerinden biri sevgilimdi.
Şu an ensemi sıkıp kendime gelmek istesem de ellerim doluydu, Mercan'la. Onun yerine kafamı karanlık gökyüzüne çevirip düşünmeye çalıştım, bir yol bulmalıydım.
Onu evine götürebilirdim ama ya bu hale gelmesinin nedeni evdeyse? Buna göz yumamazdım. En kısa nedeni; o bir kadındı, bunları hak etmemişti. Evime götürsem? Çok mu garip olurdu? Evet. Peki başka seçeneğim var mıydı? Hayır. Kendime bu karanlık ara sokakta binlerce soru sorup cevaplayabilirdim ama onun yerine evime yürümeye başladım. Normalde de gideceğim yere...
Tek bir farkı olmuştu, o da kucağımda Pera ile değil, hırpalanmış bir stajyerle, Mercan'la gidiyordum.
Niye planladığım hiçbir şey yolunda gitmiyordu ki? Ah, nasıl unuturdum, ben yukarıdakinin en sevdiği kuklaydım, istekleri hiç gerçekleşemeyen bir kukla.

»Pera«

"Pera, düzelt şu suratını, ne olabilir... En fazla kapıyı açıp yere yığılmıştır, hepimiz gibi uykuluydu." derken ağabeyini tanıyan Çınar'ı bile ciddiye alamıyordum. Şu iki yıllık zaman diliminde anladığım kadarıyla; hiçbir olay böyle basit olmazdı.
"En son böyle dediğimizde kaçırılmış ve iki ay ortadan kaybolmuştu Çınar..." derken taksiciyi gözlerimle hızlanması için süzmeye başladım. Poyraz'ın evinde inecek ve onu yere yığılmış halde bulmayı dört gözle bekleyecektim. Bahçesinin tanıdık tropikal ağaçları görüş alanıma girince biraz da olsun rahatladım. Hastanenin ortasında bayılıp, sonrasında orada mışıl mışıl uyumak- bir de üstüne gözlerimi açınca sevgilimi görememek beni yeterince germişti zaten. Tatlı oğlumuz Umut bana iyi hissettiren sayılı şeylerden olmuştu o dakikalarda. Umut Çakır. Umudumuz olduğun için teşekkürler.
Kapısının önüne gelince arabadaki üç kişi aynı anda; "Müsait bir yerde!" dedi benim için. Onlar da belli etmeseler de merak etmişlerdi. Taksici amca sonunda durunca; içeridekilere ve uyuyan Toprak'a görüşürüzlerimi iletip elbisemin eteklerini uçura uçura koştum. Bu elbise de benim kadar yorulmuştu... Üzerindeki lekelerden belliydi, anlatılmaz yaşanır anılardandı adeta.
Bahçe kapısını kolayca itip içeri girerken, çok önceden devirdiğim çiçek saksısıyla bakıştım bir süre. Her eşyanın bir anısı var sözünün anlamını işte o an gerçekten kavradım, her kim söylediyse gerçekten çok haklıydı. Poyraz'la her şey ayrı bir anlam kazanmıştı.
Kapı zili yerine, tokmak daha samimi geldiği için, iki-üç kez vurdum güzel kapıya onunla. Ayak seslerinin kapıyı açmak için neredeyse koşarcasına parkeyi dövdüğünü işitince iyi olduğunu anlayıp sıvı kıvamına döndüm. Oh...
Ama rahatlamamam gerekiyordu çünkü kapıyı yarım şekilde açıp yüzüme zoraki bir gülüş atan Poyraz hiç rahat gibi değildi. Soran gözlerime karşın kaşları kalkık mavi gözlerini çevirdi bana. "Pera... Eve gidersin diye düşünmüştüm hayatım." Sesinde duyduğum tını hiç ama hiç hoşuma gitmemişti. Kulaklarımın alışık olduğu tonda konuşmuyordu. Onun hastanede üstüme örttüğü battaniyeye sarıldım kendimi korumaya alır gibi. "Sen telefonlarımızı açmayınca, uğramam gerektiğini düşündüm. Yere yığılıp kaldığını ya da başka bir şey olabileceğini düşünüp gelmiştim, gelmese miydim?" derken fazlasıyla incinmiş gibi çıkartmıştım sesimi bilmeden. Belki de kırılmıştım? Bilemiyordum, şu an kaskatı durmaktan ne hissettiğimi algılayamıyordum.
"Telefonum muhtemelen Rüzgar'larda kaldı bebeğim, yarın alırım artık." dedi ve esnedi. Bu anında beni de esnetti.
Üstümdekine biraz daha sarmalandım ve ayaklarıma bakmaya başladım. Ee? Poyraz Bey? Kendimi daha başka nasıl içeri davet ettireceğim? Aslında bir davete ihtiyaç yoktu ama... Yine de benimle konuşması, beni davet etmesi hoşuma giderdi. Ama oysa onun yerine dikilip havaya, dahası benden başka her yere bakıyordu. Omuzlarım onunkilerin tam tersi dik duruşunu bozarak düştü, istediği şeker alınmayınca bir çocuğunun ağlama öncesi yaptığı hareketleri yapıyordum resmen. "Ben gideyim o zaman." derken kendimi bundan daha kötü duruma düşüremezdim. Dudakları dudaklarımdan ayrılmayan adam, göz göre göre içeri davet etmiyordu beni! Ne kadar biraz uyumuş olsam da başımın ağrısı hala duruyordu, kaşlarım çatıldı sinirimi dışarı vurmak istercesine. Güzel başlayan gecelerin bile yararı yoktu bana, sonunda hep kaşları çatık bir Pera olarak eve dönüyordum!
"Umut'a benim için öpücükler ver." dediğini duyar gibiydim, arkamdan konuşuyordu. Başımla onayladım belli belirsiz. İçtiğinden olduğunu düşünmek istedim, gidip uyumak istiyordu, sıkıştırmak yarardan çok zarar getirirdi.
Ben elim dış kapıya atınca bu sefer yüksek bir sesle tekrarladı. "Seni seviyorum!"
Böyle mi seviyordu? Eh, her şekilde kabul etmek zorundayım çünkü ben de onu silemeyecek kadar çok seviyordum.

Dört Renk Dört Ton (DÖRT RENK SERİSİ 2)Where stories live. Discover now