Hatırlamak

97 1 0
                                    


          Ben Yaz. 

          Bugün okulun ilk günü. Hep hayalini kurduğum üniversite, beni bekliyor. Dershanelerde dirsek çürütmenin, geceleri uyumak yerine test kitaplarıyla boğuşmanın, daima başarılı olmamı isteyen aile baskısının sonuna gelmiş bulunuyorum.

          Sevgili ailemin ilgisi üstümde. Babamın savunmacı tembihleri, annemin sağlık ve zihin açıklığı temennileri ve o ilgisiz görünen abimin beni şimdiden özlediğini söylemesi... Ben de çok özledim. Ama üzgün değilim, korkma...

          Bugün hava biraz serin. İki senedir havalar geç soğurdu. Ama bu sene şaşırtmadı ve tam vaktinde Sonbaharı yaşamaya başladık. Adıma rağmen, Sonbaharı çok severim. Yaprakların renkleri, havanın gözü yaşlı hali... 

          Uzun zamandır giymediğim, kot ceketimi çıkardım dolabımdan. O sırada kahvaltıdan dönen oda arkadaşlarımla karşılaştım. 

Mira  "Hadi ama. İlk günden okula mı gideceksin Yaz?" dediğinde, koluma çantamı geçirmiştim bile. Aynı odayı üç kız paylaşıyorduk. Mira ve Zehra. Zehra Bursa'dan geliyordu. Kızıl saçlı bir afet. Mira ise Ankara'dan. Serseri tipli bir kız. Zaten her ortamda böyle biri olmaz mı?  

          "Öptüm kızlar." diyerek yurdun merdivenlerine yöneldim. İstanbul'da bir yere gidecekseniz, mutlaka eskilerin akbili, şimdilerin İstanbul Card'ı elinizin altında olmalı. İlk kez elime aldığımda, üzerinde fotoğrafımı görünce çok şaşırmıştım. Şaşkınlığım kartta fotoğrafım olması değil elbet. Ben fotoğraflarda hiç güzel çıkmam ki. Ne çirkin, ne güzel derler ya. İşte o kategoriye aitim. 

"Hay aksi!"

         Çantamın her gözüne baktığım halde, bulamıyordum ve karşıdan otobüsün geldiğini görünce, bir kez daha arama ihtiyacı hissettim. 

"İşte buldum!" diye bir çığlık patlattım. Yurdun kapısından çıkarken, montumun ön cebine koymuştum. Durağa giderken unutup, tüm çantamı talan etmiştim resmen. Kartımı cebimden çıkarırken, bir şey daha geldi elime. Tutamadım ve yere düştü. 

          Yerli, yersiz elinizin titrediği, başınızın döndüğü oldu mu? Gözlerim doluverdi bir an. Bir yaprak... Sadece bir yaprak! İçimi yakan, beni benden alan bir yaprak! Sıkıca tuttum! Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. İster istemez geçmiş aklıma geliverdi...
         
          Mustafa ile mahalleden arkadaştık. Aynı mahalle, aynı okullar derken, arkadaş oluvermiştik. Liseli yıllarım, onu sevmekle geçiyordu. Beni sevdiğini itiraf ettiğinde, dünyaları verseler, böylesine mutlu olmazdım. Ama öyle kolay kandıramazdı beni. Çok süründürdüm vesselam.

          Yağmurlu bir gündü. Sokağın başındaki parkta karşılaştık. Her zamanki süslü cümleleri duyacağımı bildiğimden, ufak bir tebessümle, başımı çevirip eve doğru yürümeye başladım. Arkamdan baktığını biliyordum. Ama beni sevdiğine ikna olmalıydım. Her erkek adam değildir. Seversin, sevişti derler. Teklifini kabul etmezsin, kaşar derler... İşte süründürme taktiği, daima işe yarar! Yağmurun şiddeti artmıştı. Ben şemsiyeyi bile zor taşırken, Mustafa'nın seslenişiyle kendime geldim ve ona döndüm. Mavi bisikleti ile bana doğru geliyordu. Sırılsıklam olmuştu ve her yeri çamur içindeydi. 

"Of Yaz! Sana yetişeceğim diye canım çıktı."

          Gülmemek için zor duruyordum ki, bana elma şekerini uzattı. Bir elma şekeri, birini ne kadar mutlu edebilir ki? Ben çok mutlu olmuştum. Karşımda çamurlara bulanmış, dünyanın en tatlı adamı vardı. İşte o an; tüm taktiklerin, tüm ön yargıların yok olup gittiği andı.  Boynuna sarılırken buldum kendimi... Babamın "Siz kardeşsiniz" tembihleri ve abimden dayak yeme korkularına rağmen, hep sevdi beni. Çok da mutlu etti. 


Ta ki beni yıkacağı o güne kadar...

          

          



Aşk Seni BulurWhere stories live. Discover now