3: Bir Tıyreni Nasıl Öldürürsün?

2K 73 21
                                    

3: Bir Tıyreni Nasıl Öldürürsün?

Konstantina, apartmana biraz hayat vermek için tüm binayı ateşe verdi. Nasılsa iye döndüğünde bu hayatsız zaman diliminden geriye hiçbir şey kalmayacak ve bu hiç yaşanmamış gibi olacaktı. Ama şimdi tıyrenin binada yaşam olduğuna ikna olup bedelini almak için geri dönmesi için binayı biraz ısıtması gerekiyordu. Bu tüm binayı yakması anlamına gelse bile. Ki Konstantina bir şeyleri yakmakta çok iyiydi.

Bir dilek ruhuyla anlaşma yapmanın kötü sonuçları olabilirdi. Ve bu lanet kötü sonuçlar dönüp dolaşıp Konstantina'nın başına bela olabilirdi. Hiç tanımadığı bir insan için masum sayılabilecek bir dilek ruhunu öldüreceğine inanamıyordu.

"Nerede o?"

Tıyren bir anda binanın girişinde belirdi. Bir dileği yerine getiren bir ruha göre oldukça sinirli ve vahşi görünüyordu. İnsanlar neden anlamıyordu? Bir tıyrenle anlaşma yapmak, şeytanla anlaşma yapmak kadar tehlikeliydi. Bir dilek için gerçekten de değer miydi?

Tıyrenin insana benzeyen tek özelliği sesiydi. İnce, uzun bir yaratıktı, bir gözü yüzünde, diğer gözü başının arkasındaydı. Uzun kollarının sonundaki elleri pençeyi andırıyordu, parmakları sivri ve keskindi. Görünüşü biraz silikti, sanki beyaz ama yanar-söner bir ışıktan yapılmış gibiydi. Dileklerden ve umuttan yapılmıştı belki de. Ama her dileğin bir ucu biraz keskindi.

Konstantina dudaklarını büzdü. "Ölmeni dilesem fazla mı olur?"

"Beni... kandırdın mı?"

"Seninle bir anlaşma yapmadım, tıyren." Konstantina, kolunu kaldırdı. Tatar yayındaki okunu serbest bıraktı. Madem bedel gözlerdi... göze göz. Karanlıkta kalmış bir dilek, uzun süre yaşayamazdı. Tatar yayından fırlayan ok doğrudan tıyrenin yüzündeki göze saplandı, okun ucu başının arkasındaki gözden çıktı. Tıyren, bir an için sönüp yandı, ardından silikleşmeye başladı.

Konstantina tıyrene bakarken cık cıkladı. "Okum boşa gitti. Silahları büyülemek ne kadar zor biliyor musun? Bana çok şey borçlusun, Alp."

Her yaratığı öldürmek için farklı silahlar gerekiyordu ve Konstantina bu yüzden cephanelik gibi geziyordu. Tatar yayı, babasından hediyeydi, küçük bir kızken normal yay ile ok atamadığından babası ona aile yadigârı olan Tatar yayını vermişti. Bu alet, sırtındaki kılıcından sonra en çok kullandığıydı. Demirden, ahşaptan, gümüşten yapılmış farklı okları vardı. Ahşap olanları tek tek büyülemesi gerekiyordu.

Konstantina, işaret parmakları, başparmakları ve sağ orta parmağıyla, ortasından bir çizgi geçen ters üçgen yaparak toprak ruhunu çağırdı. Toprak yerden yükselip soluklaşan dilek ruhunu yuttu. Ardından hiçbir şey olmamış gibi geri kapandığında sessizlik çöktü.

Sabahın ilk ışıkları sokağı aydınlatırken alevler içindeki bina bir anda eski, hayat dolu haline döndü. Alevler hiç var olmamış gibi gitmişti. Dış cephe boyası geri gelmiş, kapı ve pencerelerdeki bitkiler canlanmıştı. Bir kadın, bir pencereden başını uzatıp güneşin doğuşuna baktı. İnsanlar kesinlikle geri gelmişti. Binanın girişinde, basit bir ekru elbise giymiş genç bir kız belirdi, bir an için gülümsedi ve ardından belirdiği gibi kayboldu.

Konstantina, Alp'e döndü. "Müvekkiline ve karısına söyle, bir daha tıyren çağırırlarsa kurtarmam." Ardından kam davulunu sırtlanıp Tatar yayını yerine yerleştirerek sokakta ilerlemeye başladı.

"Konstantina," diye seslendi arkasından Alp. "Sana borcumu nasıl öderim?"

Konstantina durup iki gündür ilk kez gerçekten gülümsedi. Bu iş için zaten ödeme almıştı ama Alp hâlâ ona borçlu hissediyordu. "Çok iyisin Alp, fazla iyisin. Davayı kazan." Konstantina her zaman böyle yumuşak huylu olmazdı. Bugün burada öldürdüğü yaratığın izini ruhunda zamanın sonuna kadar taşıyacaktı. En azından bir şeyler yaptığına değmeliydi. Alp'in davayı kazanması, ona yaptıklarının bir hiç uğruna olmadığını hissettirecekti.

*

Umay, Elbis'in sarayına davetsizce dalıp hâlâ yatağında olan adamı dürterek uyandırdı. "Konstantina, büyük bir günah daha işledi."

"Ne yaptı?" diye homurdandı Elbis. Yine ne yaptığını sormak daha uygun olurdu aslında ama çok da umurunda değildi. Neden bir veledin sorumluluğu ona kalmıştı ki sanki?

"Bir tıyreni öldürdü," dedi Umay, onun başında dikilirken.

Elbis, yüzünü buruşturdu. Gerçekten her seferinde daha ilginç günahlar bulmayı nasıl başarıyordu bu çocuk? "Bir tıyreni niye öldürsün ki? Sebebi neymiş?"

"Tıyrenin bedelini ödemeyen insanlar için," diye özetledi Umay.

Elbis, yatağında doğrulup oturdu. Şöyle bir düşündü, insanları kurtarmak niyetiyle yaptığına göre değerlendirmesi farklı olmalıydı. "Bu günahını biraz hafifletmiyor mu?" diye sordu.

"Ediyor," dedi Umay düşünceli bir şekilde. "Ama ruhu cehenneme tehlikeli bir şekilde yaklaştı."

"Pekâlâ," dedi Elbis yerinden doğrulup ayağa kalkarak. "Dünyaya inmeyeli ne kadar oldu? Yirmi yedi yıl mı? Ortalığı bir kontrol etmek lazım."

"Elbis," dedi Umay, onun kolunu uyarır gibi tutarak. "Savaş çıkarma."

Elbis, durup kolundaki ele şöyle bir baktı. Ardından ağzının kenarıyla hafifçe gülümseyerek, "Merak etme," dedi. "Bana güven."

Umay, adamın arkasından bakakalırken kafasını iki yana sallayıp iç çekti. Bu ikisi, birbirlerine bu kadar benzemek zorunda mıydı? 

Bu bölüm niye bu kadar kısa hiç bilmiyorum, böyle yazmışım, 2015 yılındaki Nora'ya sormak lazım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bu bölüm niye bu kadar kısa hiç bilmiyorum, böyle yazmışım, 2015 yılındaki Nora'ya sormak lazım. Uzun bölüm yazmak için kasmadığım zamanlardı galiba. Önemli olan bölümlerin uzunluğu değil, kurgunun kendisi ve bütünlüğü olmalı. 

Şaman AteşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin