DOLMA TENCERESİ

4.6K 315 224
                                    

Tam altmış sekizinci gündü; evet, çıldırmış bir şekilde günleri saymaya başlamıştı Hoseok...
Her gün fizik ve kimya testlerini karıştıran çocuğu izlemek zevkliydi, kendisi bunu yapmadığı için boktan bir üniversiteye gidiyor olsa da, keşlik ona daha samimi bir yaşam stili gibi geliyordu.

Jung Hoseok, yeniden camının önünde, bir eli çenesinde fizik çözen ve bir bok anlamadığı yüzüne yansıyan genci izliyordu şimdi.

Silgiyi alıyor, sayfada yazdıklarını siliyor, yeniden kalemi eline alıp düzeltiyor ama Hoseok'un fark ettiği üzere üç saattir aynı sayfada cebelleşiyordu çocuk. Hala kendini fark etmemiş olması fazlasıyla garipti. Siyah saçlarını geriye attı ve yanında duran teyibin sesini biraz daha yükseltti bu sırada, Ümit Besen dinlemek tam baktığı gence uygundu...

Liseli, selvi boylu bir gençti, YGS çalışmaktan psikopat gibi evinde oturuyordu çoğu zaman, bazen çöp çıkarıyordu, Hoseok biliyordu ki; o her salı annesinin isteği üzerine yolun sonundaki konteynera çöpleri atıyordu. Pusu için ideal ortamdı konteyner. Aralık camdan sesin gittiği belli olmuştu ki, küçük olan karşı camdan gözüken çehresini, test kitabı üzerinden kaldırıp, ona çevirmişti, kaşları çatıktı. Hoseok yavaşça gülümsedi, diğeri dikkati dağıldığı için fazlasıyla sinirliydi. Yavaşça camı kapattı, sonra da perdesini çekti, Hoseok, bu hareketle kırılmış hissetse de, teyibinde çalan şarkıya eşlik etmeye başladı. "Alıştım bir tanem alıştım ben sana..." evet, her gün aynı şey olduğu su götürmez bir gerçekti. Ama bu böyle devam edemezdi, etmemeliydi. Finaller yaklaşıyordu ama Hoseok çalışmamıştı ki? Yine büte kalacaktı, yine... not için yalvarsa nafile olacaktı, yapacak bir şey yoktu, bazen sevdalanmak fedakarlık gerektirirdi.

Her şey o gün başlamıştı, Hoseok üniversiteyi kazanmıştı, artık gerçek öğrenci hayatına merhaba diyordu. Eski bir apartmanda, ağzı gıybetten olsa gerek bir dakika kapanmayan orta yaşlı bir teyzeden ev kiralamayı zor bela başarmış, mezun olduğu liseden bir arkadaşını da kendine ev arkadaşı tayin etmişti. İlk iki hafta hayatsal faaliyetleri gayet düzgündü, komşular yemekler getiriyordu. Her şey çok güzeldi...

Ta ki, artık öğrencilik ve üniversite gerçek karanlık yüzünü gösterene, komşular bencilleşene kadar. Hoseok ve Namjoon makarna yemeye öyle alışmışlardı ki, Namjoon bazen eve su almaya gidip, iki kutu barillayla dönüyordu. O kadar makarna yiyorlardı ki, Hoseok'un enzimleri artık BIM makarnası sentezliyordu, katabolizması gerekli görevleri yerine getiremiyordu, annesinin zeytinyağlı dolmalarını, kurufasülyelerini özlemişti. Ev mülteci kampına dönmüştü, her yer çamaşırdı, giren yaşamını üç saniye sürdüremezdi belki de, karbondioksit ve oksijen miktarı dengede değildi, insanların yedikleri makarnaları ağız kokularından teşhis edebilecek hale gelmişti ikisi de. Manyak olmuşlardı, iki ev arkadaşı, gerçekten de manyak olmuşlardı. Onları mutlu eden tek şey, liseden kalma sağlık meslek çıkışı bekleme ritüelleriydi... Namjoon şahinini gazlıyor, kızlara hava atıyor, bassı sona getirip bum bum sallıyordu arabayı, bu makarnayı onlara unutturuyordu en azından.

Ama o gün, işte o gün, hayatlarında büyük bir değişikliğe imza atmışlardı. Akşam yemeği zamanı gelmişti, Namjoon televizyonda NTV Spordan iddia oranlarını takip ederken arkadaşına sordu.

"Lan Hoseok, ne yiyeceğiz?"

Hoseok, evinin direkleri yıkılmış gibi hissediyordu. Arkadaşı o kadar perişan gözüküyordu ki, teri bile makarna kokuyordu artık, makarna reklamı görünce kusmaya gidiyordu. Ona makarna deyip, hayallerini yıkamazdı. İddia da tutturamamıştı yine Namjoon, yine makarnaydı, yapacak bir şey yoktu, dolapta üç paket duruyordu şimdiden.

Hoseok dudaklarını umutsuzlukla araladı. Gözleri yaşaracaktı neredeyse...

"Ma-" onun sözünü kesen şey, çalan kapı olmuştu. İkisi de ev sahibi geldi diye düşünüp, nasıl bir bahane uydurabileceklerini kestirmeye çalışıyorlardı. Belki de evde yokmuş gibi davranmak zekice olurdu. "Ne yapacağız lan!?" diyerek korku dolu gözlerle baktı Namjoon. Ev sahibi geldiyse ikisi de azraille tavla oynayacak demekti.
"Abi bilmiyorum, belki o değildir?" diyerek cevapladı Hoseok, umutluydu, yavaş adımlarla kapıya yaklaştı ve delikten baktığında, siyah saçlı, beyaz tenli genç birini gördü.

"Tamam sıçmadık." dediğinde sarı saçlı olan rahatlama etkisiyle kendini koltuğa attı. Hoseok beklemeden kapıyı açtı. Ne diye gelmişti ki bu? Karşısında kapının açılmasıyla, garip kokuyu hisseden ve gözleri genişleyen, elinde bir tencere tutan çocuk duruyordu.

"Merhaba ben karşı komşunuzun oğlu Jeongguk.." dedi büyük olana, bu çocuk elinde tencere tutuyordu. Kutsal bir taş tutuyordu diğerine göre, dünyadaki tüm kötülükleri bitirecek bir objeydi bu.

Allah falan göndermişti herhalde, makarna yemeyeceklerdi lan, ne kadar lüks bir şeydi bu. Fena da değildi bu karşısındaki, şöyle bir süzüyordu çocuğu Hoseok. "Heee.." edebildi sadece, gözleri tencereyi takip ediyordu, transa girmişti sanki.

TENCERE. TEN-CERE T-E-N-C-E-R-E!

"Şey bu, dolma, annem gönderdi. Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa falan gelebilirmişsiniz, hyung." diyerek diğerinin bakışlarını yakalamaya çalışsa da, tencereye aşkla bakan o makarnastik ruhu görebiliyordu Jeongguk. Hoseok, bakışlarını kaldırıp diğerine baktı, büyülenmişti. Dolmaydı lan içindeki, dolma! Gözleri yaşarıyordu sanki, ağlamak istiyordu, ellerini uzatarak tencereyi yaklaştıran çocuğa dramatik bakışlarını sabitledi, parmaklarını tencerenin etrafına yerleştirdi. İlk görüşte aşk buydu herhalde, yoksa dolma tenceresi yüzünden ani şok yaşayıp farklı hormonlar salgılamış da, aşık olmuş gibi mi hissediyordu tam kestirdiği söylenemezdi.

"Allah razı olsun, nasıl duygularımı ifade edeyim bilmiyorum, ağlamamak için zor duruyorum şerefsizim. Liseli misin sen?" diyerek soran bakışlarını diğerine sabitledi. Bu soru çok spontane gelişmişti lakin, Jeongguk siyah saçları gözünün önüne düşerken garipsemiş bir ifadeyle baktı, gözlerini hafif kısıp konuştu. "Evet, son sınıfım ders çalışıyorum devamlı." dedi ve gülümsedi. "Ne güzel... vay be liselisin demek... hangi lise?" dedi Hoseok, hâlâ elindekinin bir yemek tenceresi olduğuna inanmaya çalışırken.

"Fen lisesi işte ya, sağlığın yanındaki." Kendine boş boş bakan herifi görünce lafını bitirmek için davrandı. "Neyse, ben gidiyorum hyung. Tencereyi getirirsiniz artık." deyip durdu. Hoseok şartelleri açılmış gibi hissetti. "Hee... evet! Tamam, oldu o zaman. Peki. Ben de Hoseok bu arada, Hoseok Jung.. 1994 Giresun/Görele.. Kütükte köy yok.." kelime haznesi mantıklı kelimeleri ardı ardına koyamıyordu. Bu yüzden saçmalıyordu. Sadece kafa sallayarak veda edebilmişti ve kapıyı kapatmıştı. O gün makarna yememişlerdi, Hoseok ise bir tencere zeytinyağlı dolmaya vesile olan liseli birine sevdalanmıştı.

Tam altmış sekiz gün olmuştu, altmış sekiz... çıkışı izlemek için sağlık mesleğin önüne bile gitmiyordu artık, makarnayı bile camın önünde yiyordu, yanında da efes yuvarlıyordu, güzeldi böyle izlemek. Güzeldi yani, öyle manyak bir duyguya kapılmıştı herhalde. Anlışılan bir altmış sekiz gün belki de ay, bu sevdayla geçecekti.

MACARONIWhere stories live. Discover now