2.BÖLÜM

4.5K 227 14
                                    

Gözlerimdeki yanmaya artık dayanamıyordum. Yolda durduktan sonra annemleri kaçırmıştım. Biraz dinlenmek için durmaktan başka şansım yoktu. Kenara çekip arabadan koşarak inmiştim. Durmadan on dakika önce kenarları kırık dökük neredeyse okunmayacak kadar eski tabelalardaki yazıyı görmüştüm. "Antalya 90 KM" o yazıyı görünce biraz daha rahatlamıştım. Bir anda telefon çalmaya başlamıştı.Telefonun iğrenç sesini duyunca koşarak arabaya gittim ve bağırarak ağlamaya başladım. Kendime olan nefretim bu şarkıyı duyduğum her geçen dakika büyüyordu. Bu şarkı Kağan ve benim şarkımdı. (Ah Bu Ben)

Onunla iddiaya girmeden önce sesimin tek uyduğu şarkının bu olduğunu söylemiştim. Hepsi benden bu şarkıyı söylememi istemişti ben de zorlada olsa söylemiştim. Şarkıya başladığımda utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Bu da Kağanın çok hoşuna gitmişti ama çaresizliğimi görünce bana eşlik etmişti. Bu anıları düşünürken yüzümdeki tebessümü ve göz yaşlarını fark etmiştim.

Derin bir nefes alıp telefonun sesini kapattım. Arayan annemdi. Açmak yerine tamamen telefonu kapattım ve tekrar yola koyuldum.

İki saat sonra güneş tepeden gidince ANTALYA YA HOŞ GELDİNİZ yazısıyla kocaman bir göz devirdim. Telefonu açmak için elime aldığımda yanlız yapabileceğimi düşünüp tekrar bıraktım. Bu sırada ileride polislerin yolu çevirdiğini fark ettim. Yanlarında bir grup otobüsü vardı. İki polis vardı birisi 10-15 tane yaşıtım olan çocukların kimliklerini kontrol ederken biri de diğer arabalara bakıyordu.

Gidince camı açtım ve polise önce kimliğimi sonra ehliyet ve ruhsatı gösterdim. Polis diğer polisi çağırıp elindekileri gösterdi. "Bir sorun mu var memur bey?" Sesim kısık ve yorgun çıkmıştı. Memurlardan yaşlı olanı "Sizi aşağı alalım" Neler olduğunu anlamadan kendimi aşağıda diğerlerinin yanında buldum. Çocukların hepsi tip tip bakıyordu.

"32-23, 32-23 burada şüpheli şahıs var sahısın adı.." polislerin sesini duyunca direk lafa daldım. "Hayır hayır ne şüphesi ben bir şey yapmadım ne oluyor!" Polisler bana açıklama yapma gereği duymadan tekrar ve tekrar anons etti. Tekrar lafa dalarak "Neler olduğunu söylermisiniz!?" En sonunda polis ısrarcı tavırlarıma dayanamayıp konuşmaya başladı. "Burada 1998 doğumlu olduğun yazıyor bu da seni 17 yaşında yapar. Burada yasal olmayan şeyse 17 yaşında bir kızın ehliyet gösterip birşey olmamış gibi davranması!" Polisin bu tavırları sinirimi bozmaya başlamıştı.

Yanağımda hissetiğim kaşıntı ve ıslaklık sinirlerimi bozmuştu daha çok kaşıntı ve ıslaklık. Polisler ve çocuklar beni izlerken dikkatlerini dağıtmak için göz yaşlarımı sildim ve derin bir nefes alıp konuşmaya girdim "Aslında kimliğin arkasında çifte vatandaş olduğum yazıyor. Amerikada doğdum ve ehliyetimi orada aldım orada ehliyeti 16 yaşında alabilirsiniz." Polisler "Bunu gördüm ama bunun için gerekli belgelerle sahip olmak gerekir. Çifte vatandaş olduğunu nereden bileceğim?" Derin bir nefes aldım ve tekrar nazik bir şekilde konuştum "ruhsatın arasında." Tekrar birşeyler geveleyip ehliyet ve diğer şeyleri uzattı.

Ehliyeti alıp tekrar göz yaşlarımı sildim ve arabaya doğru yürüdüm. Arabayla aramızda çok mesafe yoktu 1 metreden fazla değildi. Arabaya binmeden önce tekrar arkama baktım.

Çocuklardan biri bana indiğimden beri gözlerini dikerek bakıyordu. Bense aldırış etmeden şu meseleyle ilgileniyordum. Sonunda binmeden önce asık suratla arabayı göstererek "güzel araba" dedi.

Ben arabalar konusunda hiçbir şey bilmezdim bu arabayı Kağanla birlikte almıştık. Onunla çıkmadan önce en sevdiğim renk siyahtı. Oysa siyahtan nefret ederdi ve bana hep en güzel rengin yeşil olduğunu söylerdi. Bu renkten nefret ederdim ama sonradan benimde en sevdiğim renk yeşil olmuştu. Arabaya bakarak ufak bir tebessüm ettim ve arabaya binip uzaklaştım. Acaba Kağan ne yapıyordu şimdi? Kesin her zaman yaptığı gibi yatağında uzanmış David le birlikte sade cips yiyorlardır. David bir Kardan adamdı. Onu yıl başında çoraplar ve pamuktan yapmıştık. O bana ben ona yapmıştım. Yüzünü birlikte boyanmıştık ve birlikte isim bulmuştur. Onu çok sevmiştim. Benimkisi berbat olmuştu gerçekten Kağan çok beceriksiz bir çocuk.

Neyse sonunda telefonumu açmak aklıma geldi. Açar açmaz 42 cevapsız arama gördüm. 42 mi! Acaba Kağanda aramışmıdır? Umarım aramıştır ama neden arası ki hem arasa ne derim en iyisi boş vermek hem zaten ben ona cevap veremem söyleyecek ne lafım var ne de yüzüm var. Yok benim yüzüm yok. Hayatı boş yaşamaktan başka çarem yok. Yok yok yok koca bir yokmu ben...

42 cevapsız aramadan 42'si de annemden di. Hemen annemi aradım. İlk saniyede acip çemkirmeye başladı bile. "Neden telefonun kapalı neden telefonlarım açılamıyor!?" Bıkkın bir sesle annemi sakinleştirmek için lafa daldım. "Anne biliyorum sadece şarjım bitti. Neredesiniz nereye geleyim?" Annem tam cevap verecekken babamın annemin elinden telefonu çektiğine neredeyse emindim. "Hiçbir yere gelme orada kal Şükrüyü gönderiyorum konum at" telefonu kapattığı anda en nefret ettiğim şey olan "konum atma" olayını yaptım. Kağan ve benim en nefret ettiğimiz şeylerden birisiydi. İkimizde saçma ve gereksiz buluyorduk.

Saat 19:30 du kaç saattir burada bekliyordum. Saçma olan ise bu saatte havanın kararmış olmasıydı. Ve daha sonbaharın ortasındayız. Arabada sıkılarak aşağı indim ve hava almak için biraz ilerideki kafeye oturdum. Kafe kahverengi duvarlar ve altında tahta desenle duvar kağıtları vardı aynı şekilde sandalyeler ve masalar de bu renge uyumlu açık kahveyi. Burası ailelerin gelebileceği bir yeredi.

Garson beni görünce hemen yanıma geldi ve nazik bir sesele "birşeyler sipariş vermek istermisiniz"dedi. Garsona sahte bir gülüş atarak çay istedim. Garson gidince ellerimle yüzümü kapatıp kendime gelmeyi bekledim. Dünden beri hiç uyumamıştım ve gözlerim feci şekilde yanıyordu. Garson çayı getirdiğinde içeriye sesler dolmuştu. Kapıdan tarafa baktığımda bu gün polisin çevirdiği grubu görmekle oldukça şaşırdım. Herkes sıraya içeri girerken en son 'hocaları olduğunu düşündüğüm' adamla konuşarak içeri giren,bana arabamı öven çocuğu gördüm. İçeri girdiğinde direk kapının karşısında olan masama baktı. Beni görünce gözlerini kıstı ve diğerleri masalara otururken o bana doğru yürümeye başladı. Onu izlerken yanıma gelmişti bile. "Böyle bir arabaya sahip olan kız, böyle bir yerde, böyle bir kafede,böyle bir içecek içiyor?" Bana bir nevi soru yöneltmişti. Ne sanıyordu bu beni oradan bakınca Kraliçenin torunu gibi mi duruyordum?

Gözlerine bakarak "Oradan bakınca Kraliçenin torunu gibi bir halim mi var?"dedim. O da aşağılayıcı bir gülümseme atıp kafa salladı ve diğerlerinin yanına gitti. Bende o gidince göz devirdim.

Telefonumu elime alıp instagrama girdim ve Kağan'ın profilini açtım. Fotoğrafların hepsinde biz vardık. Birlikte çekildiğimiz binlerce fotoğraf vardı. Benim profilim ondan da beterdi. Sürekli birbirimizi falan etiketlerdik...

Reşit olmama bir sene vardı, koca bir sene. Zaten olsam ne işe yarayacaktıki? Bir kere kaybettim zaten onu. Ben ona gitsem ne gitmesem ne?

Tekrar ağladığımı fark ederek göz yaşlarımı sildim ve lavaboya gitmek için ayağa kalktım. Kalkar kalkmaz kocaman lavabo yazısını gördüm ve ağır adımlarla oraya doğru yürüdüm. Kızlar için olanına girdim ve yüzümü yıkadım. Tekrar çıktığımda telefonum çaldı. Arayan şofördü. "Aslı hanım ben geldim. Neredesiniz?" Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım ve yürümeye başladım. Tam kapıdan çıkacağımda tekrar O çocukla karşılaştım. "Şu garson sana mı sesleniyor?" Arkaya baktığımda parayı ödemediği aklıma geldi. Garson bana küfür ediyordu! Utancından ne diyeceğimi bilemedim. Çocuk sonunda garsona sinirle bakıp 5 lira verdi ve sinirle konuştu. "Bir insana böyle dememelisin. Yoksa benim gibiler sana,dediğinde neler olacağını öğretir. Bunu istemezsin. Al üstü de aç olan gözünü doyurur." Garson utancından yerin dibine girerken çocuk bana yine ters bakarak diğerlerinin yanına gitti.

Neydi bu? Önce öv sonra aşağıla en son da savun. Çocuk baya kişilik problemi çekiyor.

SİYAHWhere stories live. Discover now