10. Avcının Gözleri

121 9 0
                                    

Gökyüzünden düşen damlalar yeşil çimenlerin üzerinde iz bırakıyordu. Toprak, damlalarla buluşup ıslandığında etrafa yaydığı koku, muazzamdı.
Oksijene ihtiyacım olmadığı halde derin bir nefes aldım.
Çünkü derinlerde bir yerlerde kaybolmuş eski Jane, severdi bu kokuyu.
Belki de onu biraz canlandırmak istemiştim. Kendine getirmek, onu bulmak istemiştim.
Anthony, tezgahın önüne geçmiş kendine yemek hazırlıyordu.
"O gün," dedim düşünürken."Söylediğin şeyler konusunda ciddi miydin?"
Önündekini kesmeyi bırakarak bıçağı tezgaha koydu ve bana döndü.
"Ne hakkında?"
"Florida." dedim net bir sesle."İstediğin bu mu gerçekten?"
Bir süre yüzüme baktıktan sonra kahkaha attı.
"Ne oldu?" dedim anlamayarak."Komik bir şey mi söyledim?"
Gülümsemeye devam ederken "İnanmış mıydın?" dedi.
"İnanmamam mı lazımdı?"
dedim."Çok ciddiydin."
"Jane, öfke anında söylediğim aptal bir cümle için beni yargılamayacaksın herhalde?"
"Yargılamıyorum. Sadece... Merak ettim , Anthony. En derinlerde sakladığın düşüncelerindi onlar. Her şeyin başladığı yere geri dönmek-"
"İstemiyorum." dedi ciddi bir şekilde."Florida'ya dönmemizin ne demek olduğunu biliyorsun."
"Biliyorum." dedim umutsuzca.
"Burada da güvende değilsin." derken sırtını dönmüş, domatesleri doğramaya devam ediyordu. "Jeffrey bizim için bir tehdit."

"Onlar ne alâka ben anlayamadım. Avcı olan sensin. Bana neden zarar veriyorlar?" dedim.
"Sana zarar verdiklerinde ben daha çok zarar görmüş olacağım çünkü." dedi. "Birinin canını acıtmanın en iyi yolu, sevdiklerini almaktır."

"Jeffrey, sana neden bu kadar düşman?" dedim merakımda gizli şüpheyle.
"Bilmiyorum. Jeffrey ile daha önce hiç karşılaşmadım dediğim gibi."

Tencerelerden birini alarak yemeği pişirmeye başladı. Üzülüyordum, ona yemek yapıp beraber yemeyi çok isterdim. Ancak olmuyordu işte.
Anthony bu halimi fark etmiş olacak ki duraksadı ve yüzümü inceledi.
"İyi misin sen?"
"İyiyim." dedim hüznümü bastırmaya çalışırken.
"Değilsin. Ne oldu? Jeffrey ile mi ilgili?"
"Değil." dedim ona doğru yaklaşarak. "İstediğin gibi biri olamadığım için üzgünüm, Anthony. Canlı bile değil bedenim. Seninle oturup yemek yiyemiyorum. Sana sarılamıyorum, dokunmaya bile korkuyorum. Kokun boğazımı yakıyor."
Cümlemi bitirdiğimde yüzümü ellerinin arasına aldı. "Hayır, sen tam da istediğim gibi birisin. Saydıklarının benim için bir önemi yok."
"Anthony, bak." dedim ona dokunurken."Ben soğuğum."
"Umrumda değil." dedi.
"Bedenim ölü." dedim devam ederek.
"Hâla umrumda değil."
"Kanla besleniyorum."
Yüzünde iğrenmenin izlerini görür gibi olmuştum. "Bu da önemli değil."

"Yanılıyorsun. Bu senin için önemli." dedim ve salona doğru ilerledim.
"Jane, gene aynısını yapıyorsun. Hep aynı sahne. Sıkıldım artık."
Dedi ve arkamdan geldi. "Kanla beslenmen benim için önemli olsaydı burada olmazdım. Sen bana imkansızı sevmeyi öğrettin, Jane. Aşkta kimliklerin önemli olmadığını öğrettin. Sana olan sevgimi sorguluyorsun sürekli. Kanıtlamam için ne yapmam gerekiyor?"
"İlk önce yüzündeki iğrenmeyi nasıl gizleyeceğini çalış aynada. Belki inanırım o zaman."
Göz devirirken iç çekti. "Gene mi aynı konu?"
Başımı kararlı bir biçimde salladım.
"Jane," dedi yanıma doğru yaklaşırken. "İnan elimden geleni yapmaya çalışıyorum."
İstemsizce canımı yaktı bu cümlesi. Sanki ama olmuyor diye devam edecekmiş gibiydi.
Dudaklarından dökülebilecek iki kelimeyi duymaktan korktum. Oturduğum koltuktan kalkarak "Daha fazla devam etme." dedim. Hızla üst kata çıkarken sessizliğin hapsettiği iki kelime kafamda yankılandı.
Odamdaki koltuklardan birine oturdum. Neydi bizi derin kuyuların dibine doğru iten şey?
Hiçbir şey düzelmiyordu. Parçalanmış şeyler binlerce parçaya daha ayrılıyordu. Birleştirmeye çalıştıkça elimde kalıyordu.
Kabul edemediğimiz şeyler , ne kadar gizlemeye çalışsak da gün yüzüne çıkıyordu.
İğrenen bakışlarını bastırabilmek için çabalamıştı belki de. Ancak bu kadar olabilmişti.
Yaşadığımız hayat bizi zorluyordu. Aşık olmamam gereken birine aşık olmuştum ve bunun bedelini ödüyordum. O da ödüyordu.
Kendi içinde yaşadığı çatışmalar bu bedeli asla unutturmuyordu ona.
Çünkü iki kişiliğe bölünen ruhumuzun en karanlık tarafındaki arzular, bastırılamayacak kadar güçlüydü.
O bir kazık alıp her an kalbime saplayabilirdi. Bense her an ona saldırabilir, bütün damarlarındaki kanı boşaltabilirdim.
Yapabilirdik, evet. Yenilebilirdik o dürtülere.
"Jane." dedi kapının arkasından."Girebilir miyim?"
"Girebilirsin."
Kapı açıldığında gözleri hüzünle baktı bana. "Seni kırdım, değil mi?"
Sustum. Yere doğru baktım.
"Çok kırdım hem de." derken yanıma doğru yaklaştı.
"Boşver." dedim ona bakarken.
"Boşver mi? Seni kırdım, Jane. Aptallık ettim."
Bir süre ona baktım ve ayağa kalktım. "Anthony, tamam."
"Özür dilemek istiyorum sadece. Bakışlarımı kontrol edemediğim için üzgünüm."
"Sorun değil."
"Seninle kırgın durmak istemiyorum. Ben her şeye rağmen güçlü kalabilen Jane'i geri istiyorum." dedi bir adım daha atarak.
"Gücü kalmadı onun." dedim karamsar bir ses tonuyla. "Her hücresiyle yoruldu."
"Ona kendine gelmesini söyle," dedi yaklaşarak."Onu özledim."
Ardından adımlarını benden uzaklaşacak şekilde attı, kendinden emindi.
Bahsettiğim günden bu güne bir hafta geçmişti. Aklıma takılan o sözleri her defasında soru işareti bırakıyordu.
Artık zihnimde milyon tane soru işareti ile yaşayamayacağımı anladığım için konuyu açmıştım.
Bu güne kadar açmamamın sebebi ise şu an yaşadığımız şeyi yaşamaktan korkmamdı. Konuşmanın iyi bitmeyeceğini ,mutlaka bir kırgınlık çıkacağını tahmin edebiliyordum.

KOYU KIRMIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin