2. Bölüm⚡Gerçeğin Dondurucu Soğuğu

308 26 41
                                    

Herkese merhaba! Oy ve yorumu unutmayın,  lütfen. Keyifli okumalar :)
Medya : Kurtuluş

   Bir hayli sinirliydi. Döküyordu gözyaşlarını sessizce. Üniversitenin kampüsündeki ağaçlardan birisine çıkmıştı. Ortalıkta hiç kimse gözükmüyordu. Anne ve babasını çok özlemişti yine. Kim olduklarını bile bilmediği annesi ve babasını... Çocukluğu yetimhanede geçip gitmişti. Yıllarca didinip durmuş, üniversiteyi burslu kazanmıştı. Bu yıl üniversitedeki ilk yılıydı genç kızın.


Burnunu çekip ağlamaya devam etti. Kendini tıpkı küçücük bir çocuk gibi hissediyordu. Ağlamaya devam ederken aşağıdan bir takım sesler duydu. Bir eliyle ağacın sağlam dallarından birisine tutunup yavaşça aşağıya baktı. Bir çocuk ağacın gövdesine yaslanmıştı ve müzik dinliyordu kulaklıkla. Sözde kulaklıkla. Doğay yukarıdan bile duyabiliyordu müziğin sesini, bu da iyice sinirlenmesine yol açmıştı. " Hey, sen! Git, başka yerde dinle müziğini! "

Genç oğlan onu tabii ki de duymamıştı. Sinirli bir şekilde dişlerini gıcırdattıktan sonra, ağacın meyvelerinden kopartıp çocuğa fırlattı. Genç oğlan aniden sıçradı, kulaklığını çıkardı ve yukarı baktı. Doğay tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi, daha sonra ciddi bir ifade takınıp, "Çık, git başka yere!" diyerek kızdı. Çocuk şaşırmış bir şekilde bağırdı, ayağa kalktıktan sonra. Bu kız da kimdi ve ne hakla ona böyle bir şey diyebiliyordu?!

" Manyak mısın, arkadaşım?! Çalı kuşu gibi ne yapıyorsun orada?! "

" Ne yaptığım seni ilgilendirmez. Şimdi git bakalım." Çocuk histerik bir kahkaha attıktan sonra çatık kaşları ile kıza baktı. Sert yüz hatlarını hafif yumuşatan o yeşil gözleri şimdi daha da sert gözükmesini sağlıyordu, bu da Doğay'ın korkmasına neden olmuştu.

" Sen ne yaşıyorsun, Allah aşkına? Aptal mıdır, nedir? " deyip kafasını ovaladı. Genç kız o sinirle ağaçta olduğunu unutup destek aldığı elini serbest bırakarak konuşmaya başladı. " Bana ba- Ay!" Bir anlık öfkesi yüzünden dengesini kaybetmeye başlamıştı. Çocuk ne olduğunu anlayınca onu da bir telaş sardı. Korku içinde Doğay' a bakıyordu.

" Ay, ay, düşeceğim! "

" Dur, düşme! Dur! " Dengesini kaybetti ve düşmeye başladı. Genç oğlan ise onu tutmak için bir oraya bir buraya koşup duruyordu.

" Ay!"

"Tuttum! Tuttum! Tuttum!" derken genç oğlan büyük bir telaşla, Doğay çocuğun tam üstüne düştü. Yaşadığı şok geçince hafifçe başını genç oğlanın göğsünden çekip yüzüne baktı. Kalkar kalmaz kolundaki sızıyı hissetmesiyle yüzünü buruşturması bir olmuştu. Koluna baktığında herhangi bir yırtık görmemişti. Bakışlarını tekrar genç oğlana çevirdi. Gözleri kapalıydı. Tedirgin bir şekilde konuştu kız.

" Öldün mü? "

Cevap yoktu.

" Ölmedin mi? "

Cevap hala yoktu.

" Niye cevap vermiyo-"

Saçma sapan konuştuğunun farkına vardığında sağlam eliyle alnına bir tane şaplak indirdi. Öldüyse ona nasıl cevap verecekti ki?...

" Saçmalama, Doğay! "

Çaresizce baygın oğlana baktı.

" Bir sen eksiktin! "

~~~~~~~~~~~~~~

Uyandığımda gülümsemeden edemedim. Rüyamda Kurtuluş ile ilk tanıştığımız günü görmüştüm. O gün çok korksam da, bugün bana bir hayli komik geliyordu. Henüz sabah olmamıştı. Kurtuluş 'a bakmak için sağıma döndüm. Ama yatakta yoktu. Lavaboya gitmiş olmalıydı. Çarşafa iyice sarılıp Kurtuluş'u beklemeye başladım. Beş, on dakika sonra geldi ve yatağa girdi. Kendime çektim onu, başımı omzuna yasladım. Huzuru şimdiden hissetmeye başlamıştım. Saçımı okşamaya başlayınca daha bir huzurlu olmuştu... Ellerine taşımış olduğu sevgisini saçlarımı okşayarak hissetmemi sağlıyordu.

" Uyuyamadın mı?" diye sordu.

"Yo, daha yeni uyandım zaten."

Saçımı öptü, akabinde, "İyi, hadi yatalım." deyip daha da sıkı sarıldı ve ben de bir kez daha çıplak göğsüne başımı koyup kalp atışlarını dinleyerek kendimi uykuya teslim ettim.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Sabah uyandığımda işe gidecekken, Kurtuluş benim yerime dün izin aldığını söylemişti .Sözde işe gidemeyecek kadar hastaymışım ve bir gün boyunca iç mimarları olmadan idare edeceklermiş. Anlamazcasına Kurtuluş'a baktım. Görünüşe göre Kurtuluş' un öğrencileri de bugün İngilizce dersini işleyemeyeceklerdi çünkü üzerine gri eşofmanı ile v yaka gri tişörtünü geçirmişti. Okula bu kıyafetlerle gidecek hali yoktu ya.

Tedirginliğim artıyordu. Bu izinler hayrı alamet değildi. Hem benim bile haberim yoktu izinli olduğumdan. İçimden bir ses bu iznin Kurtuluş'u bir hayli rahatsız eden o konu ile ilgili olduğunu söylüyordu. Sessizce kahvaltımızı yaptık. İkimizden de çıt çıkmıyordu lakin bakışlarımız yetiyordu iletişim kurmaya. Kurtuluş'un bakışları şimdiye kadar onda hiç görmediğim bakışlardı. Tehlikeyi hissediyordum. Korku içinde bakıyordu bana ama biraz daha farklı... sanki... sanki... Ah, bilmiyordum! Açıklayamıyordum bakışlarını. Tek diyebildiğim farklı olmalarıydı. Soru sormaya bile korkuyordum. Sanki eğer sorarsam tüm hayatım başıma yıkılacak gibiydi. Kahvaltıyı toplarken acele ediyordum. Benim aksime Kurtuluş olabildiğince yavaştan alıyordu elini. Ne olmuştu ?! Ne anlatacaktı? Bu kadar önemli olan neydi?! Birazdan öğrenecek gibiydim... En sonunda kahvaltıyı toplama faslı bitmişti ve biz salonda krem rengi kanepenin üzerinde oturuyorduk birbirimize dönük bir şekilde.

" Anlat artık ve asla neyi diye sorma. "

" Sormak gibi bir niyetim yok zaten. Doğay'ım..."deyip elini uzattı ve ben de sıkıca tuttum.

" Söyle Kurtuluş... lütfen. "

Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp açtı, bana buz gibi bir suratla baktı. Konuştu. Ve beni sözleriyle öldürdü.

"Doğay, artık bu yalanlar havuzundan çıkıp gerçeğinle buluşma vaktin geldi."

⚡YOLDAŞ⚡BEKÇİ SERİSİ 1Where stories live. Discover now