Dokuzuncu Bölüm: Günden Önceki Gün

171 9 0
                                    

Bu ucubelerin arasında tıkıldığım her anım ölüm gibi adeta. Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Yoldaşlık tarafından bir evin içine hapsedilmek. Beni Azkaban'a göndermediklerine göre orası düşmüş olmalı. Karanlık Lord'un başarısız olması imkansızdı zaten. Ve benim de başarılı olmam lazımdı. Aptal kafam! O yaşlı bunak, düşündüğümüz kadar da bunak değilmiş demek ki. Tüm o yenilgilerime rağmen, kupayı kaybedişime ve sekiz Yoldaşlık üyesiyle aptalca girdiğim düelloyu kaybedişime rağmen, hepsinin tek bir güzel sonucu oldu. İçten içe yaralayan ama yine de güzel bir tadı olan Hermione Granger. Ve Karanlık Lord tarafından ölümüme ulaşmadan önce beni öldürecek olan sevdam.

xxx

Elinde bir tepsiyle odamın kapısından içeri girerken gözlerimi onun üzerinden alamıyorum. Dağınıksaçlarıyla bile o kadar güzel görünüyor ki. İlgimden rahatsız olmuşa benziyor, şayet benden uzak durmaya çalışıyor ve bakışlarını benden kaçırıyor. "Granger?"

"Ne oldu, Malfoy?" diye tersbir şekilde cevaplıyor. Yine de bana bakmamaya gayret ediyor. Sanki bakarsa bütün o tuttuğu sözleri söyleyecekmiş gibi, yeminleri bozacakmış gibi. Ve düşüncelerim bir anda tuzla buz oluveriyor. Gözlerimin içine bakıyor ama benim beklediğim bakışlarla değil. Kızarmış göz altlatı onun gecelerinin uykusuz geçtiğini işaret ediyor. Neden uyumuyor? Yoksa Ron'u mu tercih ediyor uykularına. Düşüncesi bile iğrenç! Hayır, Karanlık Lord beni bunların elinde tutmak istemiyordur. Bunlarla uğraşıyordur. O yüzden uyumuyor olmalı. Gözlerinde o nefret neden peki? Benden daima böyle nefret ediyor muydu yoksa?

"Teşekkür edecektim." diyorum yavaşça. Benim de bir insan olduğumu fark etmesi için. Bana öyle nefret dolu bakışlarla bakmasının gereksiz olduğunu göstermek için.

"Gerek yok." diyor beni tersleyerek ve hızla odadan dışarı çıkıyor. Tekrar kapıyı arkasından kapatıp kilitledikten sonra onun merdivenlerden iniş sesini duyuyorum. Yine benden uzaklaşıyor işte.

Onda ne beni bu kadar çekiyor bilmiyorum. O sadece bir Bulanık! Lanet olasıca bir pislik. Ama nedense ondan kendimi alamıyorum.

xxx

Draco denen aptalın dün gece gelmeyişi yüzünden babam hırsını herkesten çıkardı. Benm dışımda herkesten. Bu bana ne kadar özel olduğumu hatırlatsa da birinin hatasını diğerlerine de yığması bence bir hataydı. Hayır, senin yanında olan kişilere böyle davranmak ne kadar mantıklı bilmiyorum. Ama yine de o Karanlık Lord. Onun kararlarını sorgulayamam. O bir şey dediyse, doğrudur.

Yatağımda doğruluyorum ve yastığımın altında duran asamı elime alıp boştaki elime ufak bir cam şişe oluşturuyorum. Daha sonra şakağıma götürdüğüm asamı geriye doğru çekerek anımı şişenin içine dolduruyorum.

Yataktan kalkarak üzerinde kuyruğunu yemekte olan zümrüt gözlü bir yılanın resmedildiği büyük düşünseli kaidesine ilerliyorum.

Gümüşi sıvı kaidenin içinde dalgalanırcasına hareket ediyor. Kendi yansımamı görüyorum birkaç saniye boyunca. Prüzsüz cildim, birbirinden bağımsız renklerle bakan gözlerim, kalp biçimli dudaklarım. Kendimi fazla mı beğeniyorum acaba?

Kafamı sıvının içine daldırdığım anda artık odamda değilim. Etrafımdan onlarca kişinin hayaeti geçiyor ve ben babamın odasına iniş yapıyorum.

Babam elinde tuttuğu madalyonu bana yaklaştırıyor. Madalyon yaklaştıkça bana fısıltılar duymaya başlıyorum. Fısıltılar git gide yükselirken bir şeylerin beni madalyona itelediğini hissediyorum. Onu almalıyım. O benim olmalı. Evet orada otururken düşündüklerim tam olarak bunlardı.

"Hortkuluk," diyor babam, derinden gelen bir sesle, ben madalyona ulaşmak için elimi uzattığım anda madalyonu geri çekerek. "büyünün en güçlü ve en ulaşılması güç halidir."

Bana arkasını dönüyor. Ben, halen madalyonu düşünüyorum. Çok iyi hatırlıyorum, o anda babamı etkisiz hale getirip o madalyonu almayı ne kadar da çok istemiştim. Oturduğum yerden kalkmaya yeltendiğim anda babam bana doğru dönüyor hızla ve bakışlarıyla beni olduğum yere kilitliyor.

"Bunu o Hogwarts denen okulda veya diğer hiçbir okulda öğretmiyorlar, Çocuk. Çünkü bundan korkuyorlar." suratında acımasız bir gülümseme oluşuyor o anda. Herkesin korktuğu, yapmaya çekindiği bir şeyi yaptığı için seviniyor. Tek olduğu için seviniyor. "Bütün o Muggle doğumlular ve kanı bozukları arasına kabul eden ikiyüzlü cadılar ve büyücüler, hepsi korkuyor. Bu yüzden bütün kitaplardan silinmiştir. Ben ise bunu Slughorn adlı bir hocamdan, uzun süren çabalarımın sonunda öğrendim."

"Benim o kadar çabalamama gerek yok sanırım." diyorum, anımdaki benle aynı anda.

"Sen, Çocuk," diyor babam, bana gülümseyerek. "benden daha şanslısın bu konuda. Bildiğim her şeyi zorlanmadan öğrendin ve bu da sonuncusu. Büyünün en ulaşılmaz noktası. Ve yakında, çok yakında ilk hortkuluğunu yapacaksın."

"Ben mi?" diye soruyorum endişeli bir şekilde. "Daha dışarı çıkmama izin bile vermiyorsun."

"Zamanı gelecek, evlat." diyor babam, madalyonu cüppesinin yan cebine koyarken. "Ve o gün geldiğinde, başarısız olmayacaksın, biliyorum."

"Peki bu hortkuluk ne işe yarıyor, Lord'um?"

Babam derin bir iç çektikten sonra "Ölümsüzlüğe." diyor. "Ebedi hayata. Sonsuz bir yaşama. Ve bu yaşam senin hortkulukların var oldukları sürece sonlanmıyor. Bedenin yok olsa bile ruhun yaşamını hortkuluğa tutunarak sürdürür."

"Peki ya hortkuluk ölürse?"

"Hortkuluk etkisiz bırakılırsa demek istiyorsun," diye düzeltiyor beni. "öyle bir şey olursa, bu durumda diğer hortkuluğuna tutunursun."

Bundan sonra babamın yedi tane hortkulukğu olduğunu öğrenmiştim. Her birini ve nerede olduklarını. Ve şimdi bildiğim kadarıyla o Draco denen çocuk hortkuluklardan birini Hogwarts denen okuldan çalmaya çalışırken yakalanmıştı.

Anımın içinden tekrar odama dönüyorum. Derin bir nefes alıp babamın bir şekilde öğrendiği ve bilmeden yaptığım hortkuluğumu düşünüyorum. Acaba mezarlıktaki o adam halen yaşıyor mu?

xxx

"Kaç saattir uyuyorum?"

Başımın üzerinde elindeki kitapçığa bakan beyaz önlüklü, gözlüklü doktora bakıyorum gözlerimi açtığım anda. Adam hafifçe gülümsüyor. "Black, değil mi?"

"James iyi mi?" diye soruyorum. Ağzım kuru ve genzim yanıyor. Bir bardak su iyi gelirdi aslında. Ama hayır, şu an arkadaşım daha önemli.

"Buraya getirdiğiniz arkadaşınız mı?" diye soruyor doktor. "O dün Dumbledore denen bir adam tarafından alındı. Birlikte çıktılar buradan."

"Dumbledore mu? Yani James iyi mi?"

"Bize isminizi veren kişi de Dumbledore'un kendisiydi. Arkadaşınızın sizi görmemesi ve bilmemesi konusunda çok ısrarcıydı ayrıca." diyor doktor. Bunca konuya neden burnunu sokuyorsa?

"Çıkabilir miyim artık?" diyorum, yataktan kalkmaya yeltenirken. Doktor elini göğsüme bastırarak bu gece de burada kalmam gerektiğini söylüyor. Birazdan bir hemşirenin gelip benimle ilgileneceğini ekledikten sonra odada beni tek başıma bırakıyor.

Hepsi bana sinirli, benden nefret ediyorlar, biliyorum. Ama Dumbledore benim dışarıda olduğumu biliyor. O biliyor. James'den gizlese bile biliyor. Odanın kapısı açılıyor ve içeriye giren kişi beklediğim gibi hemşire değil, Dumbledore.

xxx

Olabildiğince sessiz çıkıyorum merdivenlerden yukarı ve odaya yavaşça giriyorum. Ronald yatağın kendi tarafında, iki büklüm kıvranmış uyuyor.

Ona doğru birkaç adım attığımda sessiz hıçkırıklarını duyuyorum ve yanına iyicene yaklaşıyorum. Yatağın öteki tarafına uzanmak için yavaşça oturuyorum kendi tarafıma.

İrkiliyor yattığı yerde. "Hermione?"

"Ben geldim aşkım," diyorum ona sarılarak. "yanındayım."

Harry Potter: Eve DönüşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin