3.5

1.6K 160 129
                                    

Soğuk betonun üzerinde, mutluluktan parmak uçlarında ilerleyen bir çift siyah converse vardı. Ayakkabının bağcıkları doğru düzgün bağlanmamıştı, sallanıyordu. Üzerine basarak oluşan kirler vardı. Beyaz, yerini soluk bir griye bırakmıştı. İnce ayak bileklerin sahibi tıpkı beş yaşında bir çocuğu andırırcasına kaldırımda olan çizgilere basmadan ilerliyor ve bastığı zaman kendine verdiği üç candan birinin gittiğini söylüyordu. Genç, mutluluğunu kelimelerle ifade edemezdi ama yine de bir tanım yapılması gerekseydi; o, tıpkı içinde gizlediği çocuk kadar mutluydu.

Ayak bileklerini saran, tıpkı ayakkabıları gibi siyah olan dar kotunu çekiştirdi. Beline bağladığı kırmızı, siyah ekoseli bir gömlek vardı. Beyaz bir tişört giyiyordu ve üstüne almış olduğu siyah, dışı kot fakat içi yine üstünde olan her şeyin olduğu renk gibi siyah yün ile dolu olan bir montu vardı ve kalçasının altına kadar uzanıyordu. Parmaklarının eklem kısımlarına kadar uzanan yün eldivenler takıyordu ve başının yarısına kadar çektiği gri bir şapka vardı. Üstünde tuhaf duran tek şey gömlek olmasına rağmen onu çıkarmaya niyeti yoktu. Oysa, tuhaf durduğunu kendisi bile farkındaydı. Uzaktan kim görürse görsün bu çocuğa paspal diyebilirdi ama onun sevgilisi onun her zaman, her şekilde tapılası olacağını düşünüyordu. Bu yüzden o, kendinden emin bir şekilde yürümeye devam etti. Elleri ceplerindeydi, sırıtarak çizgilere basmamaya çalışarak yürümeye devam etti.

Cebinde duran telefonunun titreyişini hissettiği an duraksadı ve telefonu cebinden çıkarttı fakat daha telefonu cebinden çıkarmadan önce bile mesajın kimden geldiğini biliyordu ve mesajın her şekilde onu mutlu edeceğinden emindi. Mesaja baktı. Onu tamamıyla yaşama bağlayan biriydi mesaj atan kişi. Hoş, ona zaten tek mesaj atan kişiydi o. Ama genç, bu durumdan rahatsız değildi. Ona mesaj atan tek kişinin o olması onun hoşuna gidiyordu. Kendi küçük dünyasının yörüngesinde o vardı çünkü. Ondan başka kimse onun için o kadar da önem arz etmiyordu. İçinden mesajı okudu; Küçük Lou neden geç kaldı?

Lou.

Louis.

Louis, sevgilisinden iki yaş daha büyüktü fakat o kadar minik bir yapısı vardı ki... Sevgilisinin kolları arasında kaybolup gidiyordu adeta.

Gördüğü mesajın verdiği mutluluk ve heyecan ile daha hızlı ve daha geniş adımlar atarak parka doğru koşmaya başladı. Her ne kadar koşuyor olsa bile hala çizgilere basmamak konusunda ciddi bir hassasiyet sergilemişti.

Sonunda parkın girişine geldiğinde durdu. Parka adımını atmadan önce etrafa bakınarak sevgilisini aradı. Parkta bulunan en büyük ağacın altında duran banka baktığında sevgilisini gördü. Yüzüne daha geniş bir gülümseme oluştu, gözleri parladı. Adeta bir masalın içindeydi. Uzaktan ona bakıp, Tanrı'ya teşekkür etti. Tanrı, ona o kadar mükemmel bir varlık hediye etmişti ki, Louis'nin başka hiçbir hediyeye ihtiyacı kalmamıştı.

Bazen durup onun hakkında düşünüyordu. Her şeyini. Gözlerini, kirpiklerini, dudaklarını, gülüşünü, derin gamzelerini. Hepsi çok güzeldi. O, görebileceğiniz en güzel kişiydi. En azından Louis için öyleydi. Ama her şeyden öte, Louis onu asla güzelliği için sevmemişti. Louis, birkaç zor dönem geçirmişti ve sevgilisi farkında olmadığı halde onu mutlu etmişti. Onun kötü hissettiği zamanlar mesaj atıyordu. Louis, bunu nasıl yaptığına anlam veremedi. Belki, ruh eşiydi ve Louis ne zaman kötü hissetse o da aynı şekilde hissediyordu. Nasıl olduğu pek önemli değildi gerçi. Louis onun tamamen içten olduğunu biliyordu. Ona asla yalan söylemediğini biliyordu. Onun ne kadar iyi biri olduğunu biliyordu. Onun hakkında bilmediği tek şey numarasının neden bir tuvalet kapısında yazdığıydı. Fakat bunu da önemsemedi. İyi ki oradaydı. Ne zaman kötü hissediyor olsa telefonunu eline alıp daha önce yüzünü görmediği bir oğlana mesaj atıyordu ve oğlan bunun Louis'yi ne kadar mutlu ettiğini bilmiyordu. Belki bu, Louis'nin daha mutlu olmasını sağlayan bir sebeplerden biriydi. Çünkü, birinin üzgün olduğunu bildiğiniz zaman söylediğiniz sözlerin yapmacıklığı yerine sevgilisi bunu asla yapmamıştı.

Louis bir kez daha kutsanmış hissetti ve gülümsemesini yüzüne yapıştırmış bir halde onun yanında doğru yürüdü. Elleri tekrar ceplerindeydi ve hala bir çocuğu andırırcasına tebessüm ediyordu. Bazen kıkırdıyordu bile. Onun yanına vardığında, sevgilisi onun varmış olduğunu farkına varmadı bile. Elinde tutmuş olduğu eski bir el yazması vardı. Kim bilir ne kadar kaptırmıştı kendini. Louis, sevgilisinin bu hallerine alışıktı. O, kitabın içinde kaybolmuşken Louis onun yanına oturdu. Hala elleri ceplerindeydi.

"Hava biraz soğuk, değil mi?" dedi karşıda duran göle bakarken. Sevgilisi başını kaldırmamıştı bile. Sağ kulağında takılı olan kulaklığı çıkardı.

"Anlayamadım?" dedi gözleri hala elinde duran el yazmasındayken. Satırların arasında kendini bulmuştu adeta.

"Havanın soğuk olduğundan bahsediyordum. Böyle havalarda bir insanın isteyebileceği en güzel şeyler sanırım bir bardak çay ve sarılabileceği biri."

Sevgilisi alaya alır gibi güldü. "Çok klişe konuşuyorsunuz, bayım." dedi. "Fakat dediğinizin aksini iddia etmek istemiyorum çünkü kesinlikle şu an birine sarılmaya ihtiyacım var."

"İnanamıyorum. Kesinlikle ben de birilerine sarılmaya ihtiyaç duyuyorum. Sarılmamıza ne dersin?"

Hala, Louis'nin yanında oturduğunu anlamayan sevgilisi telefonunu cebinden çıkarıp müziği kapattı ama hala gözleri satırlardaydı.

"Alınmayın fakat sıradan birine sarılmak istiyorum. Sevgilimi bekliyordum."

Louis, yüz ifadesini alınır gibi yaptı. Sevgilisinin bunu görmeyeceğini bildiği halde.

"Ben de sevgilimi bekliyordum." Louis başını sevgilisine çevirdi. Şimdi onu tanıyacağından emin gibiydi. Onu süzdü. Sevgilisi başını sol tarafına çevirdi. Louis'nin ona gülümseyen ifadesine karşılık el yazmasını bir kenara fırlatıp kollarını onun boynuna sardı.

"Sesinin neyi var?"dedi omuzlarının arkasından nefes verirken. Louis, kollarını onun beline sararken daha iyi hissetti. Gözlerini kapattı ve huzur doldu.

"Gerçekten bir fincan çaya ihtiyacım var."dedi alaycı bir tonla. Sevgilisi güldü ve bedenini geri çekti. Louis'nin yüzüne baktı. O da tıpkı, Louis gibi geniş bir şekilde gülümsüyordu. Louis, sol gözünün önüne düşen saçı kulağının arkasına itti.

"Seni özledim."dedi sevgilisi.

"Ben de seni özledim Harry."dedi Louis. Harry. Louis'nin güzelliği hakkında bir çok destan yazabileceği kişi.

Harry bir kenara fırlattığı el yazmasını tekrar eline alıp soluk kahverengi rengine sahip çantasına koyarken ayağa kalktı ve Louis'nin elinden tutarak onu da kaldırdı. Gülümsedi. Bir zamanlar kendinden daha uzun olan sevgilisine başını biraz eğerek baktı. 
"Bugün yapmak istediğin bir şey var mı? Nasıl olsa bugün özel bir gün."

"Sahi, ne vardı bugün? Çok özel hissediyordum ben de."

Harry güldü. "Sanırım üç yıldır beraberiz."

"Ve sen benim sesimi tanıyamadın,"dedi tekrar alaya alan bir tavırla. "Kendini affetirmek zorundasın."

"Hasta biri ile öpüşmem gerektiğini mi ima ediyorsun?" Tek kaşını kaldırdı fakat bir yandan hala gülümsüyordu.

"Bilmiyorum, belki."dedi Louis gözleri kırılana kadar göz devirirken.

Harry onun bu haline yine güldü. "İlk önce sana bir çay almalıyız,"dedi. Cümlesine devam etmek üzereyken duraksadı ve tekrar düşündü. "fakat sanırım ben de senden uzak duramayacağım." Cümlesini tamamlayınca. Biraz eğilerek dudaklarını, Louis'nin dudakları ile birleştirdi. Çok kısa ve küçük bir öpücük vermişti ona. Harry dudaklarını geri çektiğinde, Louis iki saniye için tebessüm ettikten sonra tekrar yalancı bir şekilde Harry'ye söylendi.

"Çok kaçamaksın,"dedi. "Eminim mikroplarım sizi rahatsız etmemiştir bayım, fakat kendinizi affetirmek konusunda oldukça yeteneksizsiniz."

Harry tekrar güldü. Zaten, Louis'ye bakarken gülmekten yaptığı başka bir şey yoktu. İkisi birbirini çok seviyordu ve bu onlar için önemli olan tek şeydi. "Eve gidip, birer fincan çay içtikten sonra istediğin her şeyi yapabilirim."dedi.

Louis gülümsedi ve Harry'ye biraz daha yakınlaşarak kalçası ile onu biraz itekledi.

"Benim evim sensin." dedi gözlerini kendinden uzun olan Harry'ye dikerken.

"Biz birbirimizin eviyiz."

Toilet || l.sWhere stories live. Discover now