10. Bölüm

1.1K 72 14
                                    

Adımlarım birbirine karışırken ıssız sokakta ilerledim. Ilık rüzgar bile iyi gelmiyordu kalbimdeki yangına. Ağlamaktan yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru ittirip derin bir nefes doldurdum ciğerlerime. Boğazımdaki düğüme, kalbimdeki sancılara, gözümdeki yaşa engel olamıyordum. Oysa ki en çok onların geçmesini istiyordum.

Düşüncelerim bütün beynimi allak bullak ederken gecenin bir saatinde, sokakta tek başıma yürümem bile umurumda değildi. Gitmek istiyordum, tek amacım gitmekti. Ondan, kendimden, bu şehirden, herkesten.. gitmek.

İşin en kötü tarafı ise giderken bir yanım onda kalıyordu. Belki kalbim, belki aklım, belki çok sevdiği gamzelerim.. düşündükçe belkiler artıyor. Başımdaki ağrı her adımımda daha bir şiddetleniyor sanki. Nefesim göğsümde sıkışırken engel olamıyorum ellerimin delice titremesine. Ellerim bile onu istiyor, yokluğuyla titriyordu.

Küçük bir çocukken çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Kardeşimin olmaması her zaman bir eksiklikti benim için ama annemin varlığı, babamın varlığı bana kendimi her zaman şanslı hissettirirdi. Ne istesem alınırdı, nereye gitmek istersem götürürlerdi, bir araya geldiğimizde ilgiden boğulurdum. Sonra ne oldu?

Büyüdükçe hayatın gerçek yüzünü mü görmeye başladım? Annem ve babam benim tanıdığım kişiler değilmiş. Onlar gerçekleri gülüşlerinin altına saklayan, sıradan bir ebeveynden farksızlarmış. Gözümde canlandırdığım, onlara sonsuz güç yüklediğim insanlar değillermiş.

Bir kere, bir anne nasıl terk eder çocuğunu? Bir kere, bir baba nasıl umursamaz kızını? Annem dayanamıyorum, deyip terk etseydi bizi belki daha az acıtırdı. Kafasına bir silah dayayıp, nedenini bilmediğim bir şekilde kendini öldürmesi kadar acıtmazdı. Babam ben aslında sizi hiç sevmedim, deyip gitseydi başka bir kadına belki daha az acıtırdı. Annemin ölümünün üzerinden az bir süre geçtikten sonra, başka bir kadınla evlenmesi kadar acıtmazdı. Ne acı, kötünün iyisini seçmeye çalışmak..

Sonra ben bu acımasızlıklarla boğuşurken, babam bile beni elinin tersiyle iterken ve herkese karşı olan güvenimi kaybetmişken karşıma çıkan bir adama tutuldum. Ellerini uzattı bana, karanlıkta parlayan bir ışık gibiydi. Kapkaranlık gökyüzündeki tek küçük yıldız gibi. Gel, dedi. Tut ellerimi söz ben bırakmayacağım seni. Bende inandım.

Öyle sıkı tuttum ki o elleri, kimse yıkamaz sandım beni. Annemin ölümü, babamın gidişi bile yıkamaz artık beni. O soğuk hastane duvarlarıyla, o saçma ilaçlarla, o doktorların bana karşı olan tutumuyla ben onun sayesinde mücadele ettim. Görünmez bir güç gönderdi bana, ta en derinlerde hissettim.

Sonra öyle bir çakıldım ki yere, öyle bir düştüm ki.. kapanan tüm yaralar açıldı. Kabuk bağlamış, iyileşmesine az kalmış bütün yaraların kabukları kalktı ve ince ince kanamaya başladı. Kimsenin yapamayacağı şekilde yıktı beni. Kalbimde kırılmayan o noktayı bile kırdı. Yerle bir olmak derler ya, aynen öyle, yerle bir etti beni.

Yıkıntıların arasında kaldığımda sordum kendi kendime; Annen ve baban bile terk etti seni, hiç tanımadığın adam mı terk etmeyecek? Haklıydım. Biliyorum, sonuna kadar haklıydım ama geceler boyu ağlamalarıma engel olamadım. İçime kapandım, dünyaya küstüm. Yaşamak bile anlamsız geliyordu artık.

O gittikten sonra bomboş oldum ben. Yapılan iğnelere, beni aptal eden ilaçlara.. hepsine göz yumdum. Öyle ki doktorum bile şaşırdı bu duruma. Gün geçtikçe berbat olan hayatım, sessiz kalışım ikna etti onları. Sakinliğimin nedenini iyileşmeme bağladılar. Oysa ki ben çok daha beter olmuştum. Yine de sesimi çıkarmadım ve birkaç numaradan sonra çıktım hastaneden. Kendime yeni bir düzen kurdum.

Beynimin içinde yankılanan korna sesiyle kendime geldim. Dalmıştım, hem de çok eskiye, resmen maziye dalmıştım. Kalbim korkuyla hızlı hızlı atarken irice açılmış gözlerimle hemen yanı başımda duran arabaya baktım. Kapısı açıldı ve az önce arkamı dönüp geride bıraktığım adam indi içinden.

Sessiz ÇığlıkWhere stories live. Discover now