27. Bölüm 'Hedef'

476 53 13
                                    

Selamünaleyküm,

Yeni bölümümü şuraya bir koyayım. Siz de bir okuyun. Sonra yorum atın. ;)

DİKKAT! Arkadaşlar, romanda minik bir değişiklik yaptım. İpek Pazarının sorumlusu olan Muhammed Bey'in ismini değiştirip İsmail yaptım. Neden? İsaakios, bildiğiniz gibi gayrimüslim tüccarlardan sorumlu kişi. İsim manasına baktım da bizde İshak manasına geliyormuş. Bu iki baştüccarın ilişkisi de bir hayli iyi, kardeşçe. Haliyle Muhammed ismini İsmail yaparak bir nevi Hz. İsmail ve kardeşi Hz.İshak'a ithaf etmiş oldum. :) Diğer bölümlerde daha güncelleme yapmadım, o yüzden kimsenin kafası karışmasın. :D

________

Gökbörü ve Ertuğrul, sabah namazında İpek Pazarına vardılar. Yol boyunca Gökbörü, İnegöl Tekfurun'dan öğrendiklerini anlattı. Söylediğine göre pazarın yönetiminin tamamının kendisine kalması karşılığında Saadettin Kupeg ile iş tutup, Ertuğrul'u sultanın gözünden düşürmek için desteklemişti. Bunun için de İsaakios'u geri çekmesinin yanı sıra sultana da bir mektup göndermiş ve Ertuğrul'u kötülemiş; adaletli davranmadığını, sadece Müslüman tüccarları kolladığını dahası hatalarını görmezden geldiği yalanlarını sıralamıştı. Çepni Obasının beyine de destek veren sözler söylemiş; Tüccar Özmen'in bu duruma karşı çıktığını, bu yüzden de ilk hatasında kıyın kestiğini söyleyerek akıllarınca sultanın aklını kurcalamaya çalışmışlardı.

"Tertip kusurluda olsa mide bulandırır cinsten." dedi, Gökbörü.

Haklıydı. Çamur at, izi kalsın diye boşa dememişlerdi. Suçlar isnatsız da olsa emindi ki Ertuğrul hakkında sürekli olumsuz şeyler duyması, bir süre sonra Sultan Alaaddin'in midesini bulandıracak, Ertuğrul hakkında derin şüpheye sevk edecekti. İnsanın algısı kolayca değişebilirdi. Yeter ki nasıl yapması gerektiğini bil. Bu durum Ertuğrul'un içten içe sultana karşı da kırgın olmasına neden olmuyor değildi. Bunca yıl sadakatle ona hizmet etmiş, verdiği her vazifeyi de eksiksiz yerine getirmişti. Üç beş çakalın sözüyle kendisinden şüphe duyacaksa burada hatalı olan Ertuğrul olamazdı.

Gökbörü, Ertuğrul'un kafasını kurcalayan şeyleri duymuş gibi genç beyi boydan boya süzdü. Aslında duymuyordu ama insanların beden ve yüz ifadelerini okumakta çok iyiydi. Hatta bir insanın gözlerine bakınca bile niyetini iyi kötü anlayabiliyordu.

"Bir oba ile bir devlet yönetmek arasındaki farkı bilir misin, Ertuğrul Bey?"

Ertuğrul, genç kıza baktı. Gökbörü'nün sorusunu beklemediği aşikardı. "Hükmettiği insan sayısı mı?"

Gökbörü gülümsedi. "Öyle de diyebilirsin. Devlet, somut bir varlık değildir. Lakin insanlar, onun varlığını hissederek kendini güvende hissetmek ister. Cansız, soyut bir varlığa ruh veren kişi, devleti yöneten hükümdardır. Hükümdar ne kadar basiretli ise halkının üzerinde de o kadar etki sahibidir, halkı da devlete o kadar güven sahibidir." Genç kız derin bir nefes aldı. "Lakin senin de belirttiğin gibi devlet, o kadar büyüktür ki bünyesi içerisine yüz binlerce hatta milyonlarca kişiyi barındırır. Nüfus ve yönettiği alan arttıkça da hükümdarın, yardımcılara ihtiyacı artar. Çünkü yükü artmıştır. Sonuçta her yere yetişme imkanı yoktur. Oysa hükümdarlar da insandır. Kendisine yardımcı olarak seçtiği kişilerin güvenilir olduğuna inanmak isterler. Bu yüzden onların sözlerine de güvenme eğilimindedirler."

"Demek istersin ki sultanın benimle ilgili şüpheye düşmesi olağandır ve alınmaman gerektir."

"Ben bile insanların, ellerine güç geçtiğinde ne kadar hızlı değişebildiklerini gördüm. Düşün bir de sultan, neler görmüştür. Sen Ertuğrul da olsan, insansın. Güç, seni de yozlaştırır."

Gökbörü ve Ertuğrul GaziWhere stories live. Discover now