•XIV•

1K 127 46
                                    

Henry Green - Something

İnsanın kaderi avuçlarında yazılıdır. Avuçlarındaki o derin çizgilerde. O çizgiler ne kadar derinse o kadar ruha dokunmuş, o kadar yoldan geçmiştir insan. Ne kadar dağınıksa çizgiler o kadar cebelleşmiştir. Önüne o kadar tümsek çıkmış, düşmüş, kalkmıştır. Ruhuna kazındıkça yaşadıkları, serildikçe anıları, sardıkça acıları daha bir görünür, daha bir dokunur olmuştur o çizgiler. Dokunuldukça büyümüş, büyütmüştür.

Ama bazen insan yürürken çizgilerinde toz toprak olur yolları, tökezler, avuçlarının içi sıyrılır. Öyle olduğu zaman silikleşir kader çizgileri, silikleşince de unutur insan. Yürüdüğü yolları unutur, dokunduğu ruhları, büyüttüğü anılarını unutur. Her tökezleyişinde bir bir silinir geçtiği yollar, geri dönüş olmaz, geçmişe bakamaz.

İnsanın kaderi avuçlarındaki çizgilerde yazılıdır ve bazen o çizgiler de yıpranıp kapanır.

.

Nereye olduğunu bilmeden gittikleri yol onları bir yamaca çıkarttı fakat bu sıradan bir yamaç değil. Taeyong'un yıllar önce verdiği sözü tuttuğu ve içi burkula burkula Ten'e denizi gösterdiği, önlerine hangi okyanusun suyu çarpıyorsa o okyanusa içlerindeki nehirleri döktükleri yamaç.

Bu kez klasik arabayı yamacın ucuna kadar çekti beyaz saçlı oğlan, şimdiyse ayaklarını önlerindeki uçurumdan sarkıtıp sırtlarını arkalarında duran arabanın yan gövdesine yaslıyorlar. O noktaya gelene kadar tek söz edilmedi, otururlarken de etmiyorlar çünkü aralarındaki sözsüz bir anlaşma gibi birbirlerine tanıdıkları belirli bir süre var. O sürede alışıyor, sindiriyor ve ısınıyorlar. Eğer böyle olmasa ne Ten kolları birbirlerine değerken ve başı neredeyse omzuna düşecekken bu kadar sakin bir şekilde beyaz saçlı oğlanın yanında oturabilir, ne de Taeyong küçüğünün yanındaki varlığının ucu kaybediş olan bir kabusa çıkmayacağına inanabilir. Bu yüzden anlayış süreleri var. Ve nihayet doluyor bu süre.

Yanındaki oğlanı gün içinde çok fazla endişelendirdiğinin bilincinde olan ve bunu omuzlarında bir yük gibi taşıyan Ten ilk konuşan oluyor.

"Sana haber vermediğim için üzgünüm. Ben düşünemedim. Çok endişelendirdim seni. Özür dilerim."

Karşısındaki gözlerde benliğini yitiren Taeyong yorgunca gülümsüyor. Bedeni hala tam anlamıyla gevşemiş değil, bir günde beş yıl büyümüş kadar yıprandı.

"Özür dilemene gerek yok çünkü şimdi yanımda bana bakıyor olman dilenecek tüm özürlerden daha büyük bir etkiye sahip." Bu söylediği doğru. Ten'in hiçbir şey söylemesine gerek yok. Böyle yanında nefesleniyor olması bile yeterli Taeyong için. "Ama neden kaybolduğunu merak etmiyor değilim."

Ten hafifçe gülümseyip bakıyor beyaz saçlı oğlana. Renksiz saçları epey uzamış, kirpiklerine dokunuyor. İçinde nedensizce o kirpiklere parmak uçlarıyla dokunma arzusu peydahlanırken bunun önüne geçmesini sağlayan karşısındaki gencin şeffaf denecek beyazlıktaki tenini süsleyen morluklar oluyor. Dudağının kenarındaki yara, elmacık kemiğindeki morluk, saçları kapattığı halde kaşında belli olan kırmızılık. Yüzünü buruşturuyor Ten çünkü içi gerçekten canı acımış gibi sızlıyor. Belki acımıştır.

O acıyı sol yana gömüp visteryalardan dökülen ve oldukça haklı olan soruyu cevaplıyor.

"Sağlık kontrolüm vardı ve orda telefon çekmiyor."

Poupée de Cire •Taeten•Where stories live. Discover now