Bölüm 5

1.6K 56 4
                                    

17.02.14

Henry, Derek ve Logan kaşlarını çatarak bana bakarken daha tuhaf hissedemezdim. Logan ağzına bir parça kek tıkıştırdı.
- Yani Rowena'nın yanında bir cadı var...
Kafa salladım.
- Evet...
Henry çenesini koluna dayadı.
- İyi de Rowena hiç cadı tanımazdıki...
Derek kahvesinden bir yudum aldı. Gözlerinin altı çöktüğü için tinerciye benziyordu.
- Henry, hatırlıyor musun, Rowena birinin ona mesaj attığından söz etmişti. Yani sen onu aldatırken sana gitmesi için...
Henry'nin yüzü kıpkırmızı oldu.
- Evet, hatırlıyorum. Sence yanındaki kişi o kişi mi yani?
Derek omuz silkti. Logan gözlerini masaya dikti.
- Olabilir tabi. Blaef bir şey demiyor mu, Devon?
Anında gözlerimi kaçırdım.
- En son konuştuğumuzda yanında bir cadı olduğunu ve onu büyüyle veya ona benzer şeylerle bulamayacağımızı söyledi...
Henry bana baktı.
- En son konuştuğumuzda derken?
Gözlerimi yine kaçırıp sustum. Henry hafifçe koluma dokundu.
- Hadi ama Devon...
Çok az yediğim çikolatalı parfeyle oynadım.
- Ayrıldık...
Henry kolumu sıvazladı.
- Üzgünüm dostum. Eğer anlatmak istersen...
Sözünü kestim.
- Önemi yok...
Şaşırdığını görebiliyordum. Hatta yüzünde 'gene ne halt yedin' ifadesi belirdi ama bir şey demedi. Bu da Henry'nin iyi tarafıydı. Bir şeyi söylemek istemezseniz zorlamaz. Ama Rowena... Akla karayı seçer eninde sonunda söyletir. Onu özledim. Logan sandalyesinde gerildi.
- O halde bölge cadılarıyla konuşayım ben. Derek sende gidip uyu. Berbat görünüyorsun...
Derek hırlarcasına bir ses çıkardı.
- Sana ne iğrenç herif!
Logan sakin bir biçimde gözlerini ona dikti.
- Eğer Rowena seni bu halde görürse beni öldürür. Ne yaptın onları ölünceye kadar çalıştırdın mı diye. Yani git uyu, Derek...
Ellerini ceplerine sokup kasaya gitti. Henry yeşil gözlerini masaya dikti.
- Nasıl oluyorda Rowena'yı bu kadar iyi tanıyor? Düşününce gerçektende onun dediğini yapardı...
Omuz silktim.
- Biliyorsun o... Rowena'ya aşık. Onu yıllardır izliyor ve bir büyücü olduğundan muhtemelen onun düşünce şeklini çoktan çözmüştür...
Henry kafa salladı. Sonra Derek'e döndü.
- Yalnız gerçekten uyumalısın büyük kötü kurt...
Derek güldü.
- Iyi be uyumaya gidiyorum. Görüşürüz...
O da kasaya yöneldi. Henry ve ben yalnız kaldık.
- Rowena'nın eksiğini en çok yaşayan sensin sanırım...
Kafamı eğdim.
- O olmayınca her şey üstüme üstüme geliyor. Ne yapacağımı şaşırdım...
Kafa salladı.
- Bende öyle. Ben... Onsuz olmanın beni bu kadar yıpratacağını düşünmezdim. Onun yanlızca aşırı derecede bağlandığım bir kız olduğunu sandım. Aramıza sık sık mesafeler koymaya uğraştım. Ama eninde sonunda o mesafeleri kendim geçtim. Onun olmadığı bir yerde yaşamak istemiyorum. Rowena olmadan, benim hayatımın bir anlamı yok. Ve o varken sürekli olarak onu bırakmam gerektiğini farkediyorum. Çünkü ben yanında olduğum sürece daha çok acı çekiyor...
Ayağa kalktı.
- Görüşürüz...
Masada tek başıma kalınca yapabileceğim en mantıklı şeyi yaptım. Parfemle bakıştım. Evet, ben çok yalnız biriyim. Parfemle uğraşırken karşıma biri oturdu. Kafamı kaldırıp karşımdaki kişiyi görünce neredeyse sandalyeden düşüyordum.
- Baba?
Yüzünde hoş bir gülümseme belirdi.
- Merhaba Devon...
Siktir. Ya ben niye yıllarca kıçımı yırttım? Biri bana söyleyebilir mi!? Onu şöyle bir süzdüm.
- Aaa, merhaba?
Gülümsemesi büyüdü.
- Nasıl gidiyor?
Bok gibi.
- Fena değil...
Dudaklarını büzdü.
- Ben buraya seni bir konuda uyarmak için geldim...
Salakça bir ifadeyle ona baktım.
- Ne konuda?
Gözlerini ellerine çevirdi.
- Lucas'tan uzak dur...
Nevrim döndü, bir saniye.
- Ne demek uzak dur?
Derin bir nefes aldı.
- Sana zarar getirecek. O yüzden diyorum. Tabi sana kalmış bir şey...
Bir süre sessizlik oldu. Beni ensemden yakalayan ele kadar. Ve babamdan uzağa sürükleniyordum. Kurtulmaya çalışsamda kurtulamadım. Kesin Blaef. Kesin yani. Kafeden çıkarılıp iki blok sonraki tenha parka gittiğimizde hala beni sürüklüyordu.
- Bırak beni lanet olası!
Beni bıraktı ve kıçımın üstüne düştüm. Nazik olsaydın ya hayvan!
- Be halt yediğini sanıyorsun?
Doğru tahmin. Öfkeli gözlerle bana baktı.
- O adam kimdi biliyor musun?
Yok bilmiyorum. Tam enayi...
- Elbette biliyorum! O b...Şeytan!
İyi yırttım.
- Onunla ne halt yiyordun Devon? Onunla sevişiyordum! Gerizekalı!
- Ne yapıyor gibi görünüyordum?
Yumruklarını sıktı.
- Ne konuşuyordunuz?
Ben bu çocuğu domaltır bir güzel sikerim. Hayrola yarrağım? (Y.N. Çok mu aşırı kaçtı ne...)
- Babamla da mı konuşmayacağım be? Sana ne?
S-İ-K-T-İ-R. Sıçmamın resmidir. Tabi eğer Hıristiyan inançlarını kendi lehime kullanmazsam -şeytani gülüş- . Blaef afallamış görünüyordu.
- B-Baban mı?
Sırıttım.
-Aaa, bilirsin şu 'göklerdeki kutsal babamız' olayı gibi. Cehennemdeki kutsal babamız bizdede...
Mal gibi gülmeseydim bunu yerdi. Ama Şeytan'ın oğlu, meytanın oğlu ben yalan söylemeyi beceremiyorum. (Y.N Allah beni kahretsin dedirtesim geldiydi) Blaef yere baktı.
- Yalan söylüyorsun...
Yok doğruyu söylüyorumda yalan gibi görünmesine uğraşıyorum. Bir şey söylemedim. Blaef bir anda bana sarıldı.
- Umurumda değil. Seni seviyorum Devon...
Ağlamayacağım, sakinim. O değilde ben arabada boşluğa mı konuştum acaba. Sanrı falan gördüm herhalde ya. Blaef acıyla yere çökünce onu tuttum.
- Blaef? İyi misin?
Acıyla kıvrandı.
- Blaef! Bir şey söyle!
İç parçalayan bir çığlık attı. Onu kendime çektim.
- Ben... Çok üzgünüm...
Kolları bana dolandı. Bedeni hala titriyordu.
- D-Devon?
Onu daha sıkı sardım.
- İyi misin?
Kolları sıkılaştı.
- Beni seviyor musun? Bilmem gerek...
Titrediğimi hissettim.
- Evet, hemde sana deliler gibi aşığım...
Kolları sıkılaştı ve sırtımda bir ıslaklık hissettim. Ağlıyordu.
- D-Devon... B-ben... Düştüm...
İlk sözcük içine bir sıcaklık yaydı, ikincis beni endişeye sürükledi, üçüncüsüyse dehşete düşürdü. Onu yüzüne bakmak için kendimden ayırdım.
- N-Ne demek düştüm?
Gözleri dolu doluydu.
- Cennetten kovuldum...
Bakakaldım. Tekrar.
- Neden? Sen...
Arkadan gelen sesle irkildim.
- Senin Şeytan'ın oğlu olduğunu öğrendiğinde senden uzak durması gerekirdi. Seninle olan tüm ilgisini kesmek yerine sana ilan-ı aşk etti. Ve kovuldu...
Arkamı döndüğümde yumuşak hatlı altın rengi saçları olan bir adam bize bakıyordu. Üstünde çizgili siyah bir takım elbise vardı. Yüzünde yumuşak bir ifade vardı.
- Sende kimsin?
Hafifçe gülümsedi.
- Ben, sevgili Devon, Michael'ım. Meleklerin başı ve Cennet'in koruyucusu. Aşkınıza uzunca bir süre tanıklık ettiğimi söyleyebilirim. Ve sen onu ne kadar bu sondan korumak istemiş olsanda, Blaef eninde sonunda düşecekti. Şimdi izninle, onu yeni mekanına göndereceğim...
Ayağa kalktım.
- Hiç sanmıyorum. O burada kalacak...
Michael cık cıkladı.
- Düşenler, cehenneme gönderilir. Bu kadar basit...
Ayağımı yer vurdum.
- Ama ben, onu götürmene izin vermiyorum...
Michael güldü.
- Hangi güçle?
Enayi. Kıkırdadım. Ve aptal melek yandaki binanın duvarına yapıştı. Yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm.
- O iblisler benimle uğraşırken kim olduğumu biliyorlar mı sanıyordun? Ben yanlızca en güçlüler tarafından bilinirim. Ve Cehennem İncil'inde ne yazıyor biliyor musun baş melek? Beni ancak diğer üç arkadaşın yanındayken alt edebilirsin!
Saçlarım uçuşuyordu. Gözlerimin çoktan siyaha döndüğünü biliyordum. Michael dehşet içinde gibiydi.
- Şimdi defol buradan...
Anında ortadan kayboldu. Arkamı döndüğümde Blaef bir an için bana baktı ve ortadan kayboldu.

Bir Satanist'in GünlüğüWo Geschichten leben. Entdecke jetzt