Çocuk yaklaşmıştı yüzü artık seçilebiliyordu. Oydu ama sanki küçük değildi… Sina var gücüyle seslendi.
“Heyyy ! Çabuk ol! Buraya gel!”
Sina'nın bağırması hiçbir etki yaratmamıştı. Hatta Sina hızlanmasını isterken, o daha da çok yavaşlamıştı. Artık çocuğun bedeni daha net seçilebiliyordu. Onu dikkatle süzmeye başladı. Elini karnına bastırarak yürüdüğünü fark etti. Bir şey mi olmuştu? İçi içini yiyordu. Tekrar bağırmak istiyordu fakat uyuyan komşularını uyandırıp, bir de onlarla karşı karşıya kalmak niyetinde değildi. Ne oluyordu? Çocuk dizlerinin üzerine çökmüş ve yüz üstü yere uzanmıştı.
Sina'nın yüreğini kocaman bir korku kapladı. Bağırmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu. Yine o geceki gibi oluyordu her şey…Tek fark şuan sabah olmasıydı. Sina aynı acıyı tekrar yaşıyordu. O gecenin anıları zihnine tekrar doluşuyordu ama yapamazdı. Düşünemezdi. O günü bir daha yaşayamazdı. O günde evden çıkamadığı için kaybetmemiş miydi adını bile söylemeyi kendine yasakladığı kişiyi? Kalbi sanki iğneler batırılmışçasına acıyor , damarlarındaki kan bedeninde zar zor ilerliyormuşçasına kasılıyordu.
Çıkmalıydı. Ne olursa olsun korkularından vazgeçip o çocuğu kurtarmalıydı! Onu da kaybedemezdi. Hayatla olan tek bağının da kopup gitmesine izin veremezdi. Onun toprağın altına girmesine izin veremezdi. Hayır! Bu kez olmayacaktı ! Bu kez ölüm değil o kazanacaktı !
Bu kez hizmetkar değil bir isyankar olacaktı ! Cezası ne olursa olsun çekmeye hazırdı!
Bedenini saran , boğazını parçalarcasına sıkan soyutluğa karşı adımlarını kahverengi ağır çelik kapının önüne doğru yöneltti. Hızlı olmak istiyordu fakat soyutluk onunla savaşıyordu. Kesik kesik nefesler eşliğinde kapıya ulaşmayı başarmıştı. Kapının kulbuna titreyen ellerini getirip yavaşça çevirdi. Kendini merdivenlere attı hızlı olmalıydı. Titreyen bacakları ve kulaklarında yankılanan sirenler eve geri dönmesi için delicesine çığlıklar atıyor Sina’ya emirler yağdırıyorlardı. Ama Sina bu sefer onları değil, kalbini dinleyecekti. Sanki merdivenler bitmiyordu. Sanki zaman çok yavaş ilerliyordu. Sanki birazdan her şey duracak , Sina yine esaretine mahkum olacaktı.
Sonunda gözüne ilişen açık apartman kapısı , kalbinin heyecanla çarpmasını kulaklarındaki çığlıkların biraz olsun azalmasını sağlamıştı. Ama boğazındaki eller gevşememiş daha da sıkı hale gelmişti. Nefes alıp verişi daha da zorlaşmıştı. Ciğerlerinin yandığını hatta kulaklarının acıdığını iliklerine kadar hissediyordu. Ama yine de apartmanın kapısından çıkıp yerde yatan bedenin yanına sarsak adımlarla ilerledi. Yerde yatan beden kendi bedeninden daha büyüktü. Oysa Sina, onun hep bir çocuk olduğunu düşünüyordu.
Yerde yatan bedeni titreyen elleriyle tutup, büyük bir kuvvet uygulayarak ters çevirdi.Kan vardı…Yerde , ellerinde her yerinde kan vardı…Sina şoka girmişçesine hiç bir şey yapmadan dikiliyor gördüğü kırmızılıklardan duyduğu şaşkınlıkla gözlerinden düşen yaşlara hakim olamıyordu. Yine ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. 112 yi mi aramalıydı? Ama telefonu evdeydi ve o eve girerse bir daha çıkabileceğini zannetmiyordu. Çocuğun dudaklarından bir inilti kaçtı. Yaşıyordu! Hala hayattaydı! Sina'nın buğulu gözlerinin ardında çocuğun zorlukla açık tutuğu gözleri belirince içini bir heyecan dalgasının kaplamasına engel olamadı. Çocuğun dudaklarının arasından titrek zorlanarakta olsa birkaç kelime kurtulmayı başarmıştı.
“Sakın… kim..se.yi a..rama. Hastane .. olmaz anladın mı ? “
Sesi o kadar güçsüz çıkmıştı ki ama kullandığı sözcükler , uygulamasını emrettiğini belli edecek şekilde bir bıçak kadar keskindi. Sina önce neden olduğunu sormak istedi ama hem onu daha fazla yormak istemediğinden hem de boğazındaki azalmayan baskıdan dolayı sesinin çıkmayacağını bildiğinden başını hızlıca sallıyordu. Peki şimdi ne yapacaktı? Karşısında kan havuzunun içinde yok olan bedeni ölüme mi terk etmeliydi? Onu eve götürüp bildiği ilk yardım terimlerini uygulamayı düşündü ama bu kadar kan akan yarayı bildiği hiçbir şeyle kapatamazdı. Önceden olsa ne yapardım diye düşünmeye başladı. Tüm seçenekleri tarıyor ama bir yanıt bulamıyordu.
Sokağın kaldırımın da gittikçe yaklaşan ayak seslerini duyduğunda Sina ne yapacağını bilemez bir halde kafasını kaldırıp son umuduna tutunmak istercesine gelen silüete kafasını çevirdi. Lütfen yardım edebilecek biri olsun diye içinden dua ediyordu. Ama bu adam onun için fazlasıyla tanıdıktı. Bu eve taşınırken tanıştığı komşusu olmalıydı. Peki bu saatte nereden geliyordu? Onun hakkında bildiklerini hatırlamaya çalışıyordu ama 3 yıl önce tanışmış olduğundan hafızası buna pek yardımcı olmuyordu. Kollarının arsında duran bedene yine gözlerini çevirdi. ”Ne olursa olsun seni kurtaracağım anladın mı? Ölmeyeceksin!” diye boğuk bir sesle fısıldadı. Ölmeyeceğine tüm kalbiyle inanıyordu. Peki ya onu nasıl kurtaracaktı? Komşusu ona yardım edebilecek miydi? Boğazındaki baskı onu öldürmeden kollarındaki kanı çekilmiş bedeni hayata döndürebilecek miydi?
Artık etrafındaki sesleri algılayamıyordu. Yine o siren bir ölümü daha kulaklarına acımasızca haykırıyor kahkahalar atıyordu. Gözlerini kapamak istiyordu. Bembeyaz tenin üzerini sarıp sarmalayan kanı görmek istemiyordu. Ama tüm bedeni yine o soyutluğa teslim olmuştu. Sanki vücudunun içine hapsolmuş bir ruhtan ibaretti. Hiç bir şey yapamadan, öylece seyirci olarak kalıyordu O’ nun ölümüne… Bir kişinin daha yolun karşısındaki o kasvetli mezarlığa sürüklendiğini hissediyordu. Gözlerindeki yaşlar hiç durmadan akıyordu. Kolları arasındaki bedenin kendinden ayrıldığının hata dudaklarından dökülen sözlerin bile farkında değildi.
“Ölmemeli ! Kimseyi aramamalıyım! Onu kurtarmalıyım! Ne yapacağım ? Ya ölürse ….”
O bir isyankardı.Ve cezası O geceki acıyı bir daha tatmak olacaktı...
YOU ARE READING
HİZMETKAR
Teen FictionÖlüm kadar iyi bir sahip, korkak olan kadar iyi bir hizmetkar yoktur.