FOTOĞRAF MAKİNEM

324 85 64
                                    

Kasvetli havanın verdiği iç sıkıntısıyla çekilmeye değer bir yer var mı diye etrafı seyretmeye başladım. Başımı gökyüzüne doğru kaldırdım. Bir kuş sürüsü geçer de en azından kadrajıma alırım diye kendimi teselli ediyordum. İnsana, iç sıkıntısı aşılayan havayı bir nebze de olsa sıkıntılardan arındırmam gerektiğini düşünüyordum.

Yanımdaki insanları incelemeye başladığım anda gökyüzünden kuş sürüsü ötüşerek geçtiler. Fotoğraf makinemi gökyüzüne doğru çevirdiğimde kuş sürüsü sanki bu şehirden kaçmak istercesine hızlıca uzaklaşmışlardı bile. Sanırım yaşlandığım için hareketlerim oldukça yavaşlamıştı. Eskiden olsa o kuş sürüsü kadrajımdan asla kaçamazdı. Derin bir iç geçirdim... Zaman ne kadar da acımasızdı. Yılların eskitemediği sadece fotoğraf makinemdi. Makinemi özenle kabına yerleştirdikten sonra şapkalı adama doğru bakmaya başladım. Fotoğraf makinesini belli belirsiz görünen Island Feribotu'nun tam karşındaki devasa binalara çevirmişti. Makinesini bir sağ yaptı, bir sol. Sanırım istediği fotoğrafı yakalayamamıştı. Şapkalı adam, elindeki fotoğraf makinesini sarsarak anlamadığım bir dilde sinirle söylenmeye başladı. Dikkatlice onu seyrediyordum. Gözlerini elimdeki fotoğraf makinesine çevirerek yine anlamadığım bir dilde bir şeyler söyledi. Yüzündeki ifadeden ve elleriyle yaptığı hareketlerden anladığım kadarıyla fotoğraf makinemi istiyordu. İçimden 'canımı iste makinemi isteme' dedim. Şapkalı adam ısrarla arkama sakladığım fotoğraf makinemi istiyordu. Kaşlarımı kaldırarak hayır anlamında kafamı bir sağa bir sola salladım. Şapkalı adam iyice sinirleniyordu. Üzerime doğru yürümeye başladığı anda yutkundum... Sonuçta yaşlı bir adamın makinesini zorla alacak değildi ya! O üzerime doğru yürüdükçe ben geri geri yürümeye başladım. Bu hayatta karımdan sonra en sevdiğim şey fotoğraf makinemdi. Çocuklarım olmadığı için makinemi çocuğum gibi benimsemiştim. Şapkalı adam makineyi kullanmasını bile bilmiyordu. Kendi kullandığı makineyi hırpalayınca bile içim acımıştı. Kendi makinemi onun acımasız nasırlı ellerine teslim etmeyecektim.

Şapkalı adamla nefes alıp verişlerimizi hissedecek kadar yakındık. Nefesi günlerce bekletilmiş ceset gibi kokuyordu. Şapkalı adamın nefesini solumamak için nefesimi bir süreliğine tuttum. Yaşlı bedenim daha fazlasını kaldıramazdı. Bir elimle adamı itmeye başladım. Diğer elimle ise makinemi saklıyordum. Kollarıyla beni bir kapana sıkıştırmış gibiydi. Gözlüklerimi çıkararak denize doğru fırlattığında kolunu ısırmaya çalıştığım anda dişlerimin olmadığını fark ettim. Takma dişlerimi evde unutmuştum. Ara ara bazı şeyleri unutuyordum. Karımı, kim olduğumu, nerde yaşadığımızı, bir Türk olduğumu ve İngilizceyi her şeyi unutuyordum... Unutamadığım tek şeyin fotoğraf makinem ve asıl dilim olan Türkçe olduğunu söylerdi karım.

Şapkalı adam kulakları sağır edecek bir kahkaha attıktan sonra fotoğraf makinemi artık ele geçirmişti. Öylece dona kalmıştım. Yaşlı bedenim titremeye başlamıştı. Gözpınarlarımdan süzülen yaşlarım yanaklarımda duraksadıktan sonra çenemden usulca süzülmeye başladılar. Son kez hamle yapmak için kendimi toparladım. Fotoğraf makinem bana yâr olamayacaksa şapkalı adamın nasırlı ellerine de yâr olmamalıydı. Makinemi onun nasırlı ellerinde görmeye yaşlı kalbim asla dayanamazdı. Şapkalı adamın elindeki fotoğraf makineme tüm gücümle vurup denize doğru düşmesini sağladım.

Fotoğraf makinemi, şapkalı adamın nasırlı ellerinde görmektense, New York'un serin sularında görmeyi yeğlerim...

                               SON

İyi veya kötü yorumlarınızı mutlaka yazınız. Şimdiden teşekkür ederim.💜

ÖYKÜ DÜKKANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin