1. BÖLÜM

56 16 1
                                    


Hayat bazen çok acımasız olabiliyor. Ama bazı kişilere...

Çoğumuz kader olarak gördüğümüz yaşamımızı sürdürürken bir çoğumuz o kaderi kendi yazıp oynuyor. Peki hangisini isterdin sen. Yazılmış hikayenin baş kahramanı olmak mı yoksa kendi hikayeni oynayarak yazmak mı. Seçim senin. Eğer her ikisi de aynı yola çıkar dersen unutulmayan bir kahraman olmayı da seçebilirsin.

Kimimize göre bazı hikayeler başlar ve sonu gelince biter. Bizim hikayemiz her şey bittiğinde başlıyor.

......

"FİRUZE"

Sessizliği dinliyorum. Bir şarkı mırıldanıyor bana. Hafif, yumuşak, incitmiyor kulaklarımı. Sanırsın gökyüzündesin ve gaz bulutlarının üzerindeyken onların hareket ettiğini hissediyor gibisin. En sevdiklerimden biridir bu. En güzel köşemde, bedenimin dans etmekten yorgunluğa işlenmiş haliyle, gözlerimi yumup yalnızlığımı hissetmek. Ben uçuyorum bulutlar bana eşlik ediyor. Midem şişip iniyor. Nefes alıyorum. Etrafa yayılan kahve kokusu işte o an uyanmak için can atıyorum.

"Hımm! Mis gibi. Ellerin dert görmesin Mercan."

Mercan, benim tek ailem. Kahvemi yapan tek el diyebilirim. On yıl önce onunla tanıştığımda bu kadar çok sevebileceğim aklıma gelmemişti onu. Sarsıntının içinden beni çekip aldı. –Sana en iyi ben bakabilirim- dediğinde ben sadece gülmüştüm. Şimdi ona gülümsememin aslında bir rastlantı değil de kader olduğunu biliyorum.

Kader, benim yaşamış olduğum ve yaşayacaklarımın toplamı... O da bunun içinde.

"Afiyet olsun... Az da et, yağ oluverse. Heçte bir işe yaramıyor ki. Şekersiz tatsız..." diyerek dudak büküyor.

Ona göre çok zayıfım. Ondan böyle sitemli. İlk zamanlarda kahveyi şekersiz istediğim halde bir tutam atıverir benim tadını anlayamayacağımı düşünürdü. Günlerce hazırladığı kahveden bir yudum alıp bırakınca, israf ettiğimi düşünüp bir süre yapmamıştı bana kahve. E bir zaman iş başa düşmüştü. Bana kıyamadığını anlamıştım o zaman. Baktı olmuyor her sabah kahve hazır bir şekilde hem de sıfır şekerle beni uyandırmaya başlamıştı.

Mercanları bilirsiniz. Sıcak denizlerde milyarlarcası bir arada yaşar. Yetmiş metreden daha derin suda yaşayamazlar ölürler. O bahsettiğim kadın bildiğimiz mercanlar gibi kalabalıkta değil de tek bir mercan olarak hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Yalnızdı benim gibi.

İşte tamda bu duygunun verdiği acı bizi sarmışken birbirimizi bulup yalnızlığımızdan kurtulmuş olduk. Benim anne gibi bakan güzel gözlere onunda bir sıcak yatağa ihtiyacı vardı. Onu tanıdığımdan beri seviyorum. Sıcacık bir deniz o. Bana iyi geliyor. Hikayelerine bayılıyorum. Gerçek hayattan anlattığı gerçek acılarla sınanmış insan hikayeleri. Onları dinleyince kendi hikayemi unutuyorum. Bilmeme rağmen acının da acısının olduğunu kendimle kaldığımda yalnızca kendi acım dikiliyor başımda.

"Kurabiye isten mi. Fırından yeni çıktı sıcak"

"İstemem mi tarçın kokusu kahveninkini çoktan bastırdı baksana havada uçuyor mis kokusu"

"Hele ağzının tadını da pek bilin"

Annem bana hep tarçınlı kurabiye yapardı. Özellikle okula giderken iki tanede çantama atıverirdi. Ben utanırdım çıkaramazdım. Kokusu o kadar yoğundu ki. Çekinirdim arkadaşlarımdan. Acıktığımı hisseder hissetmez okulun arka tarafında boş olan binaların birine girer nefes almadan yerdim.

Özledim mi bilmiyorum o zamanları. Ne zaman tarçın koksa etraf kendimi o okulun boş binasında bulurum. Yada beyaz sabun kokan annemde. Çocukluk işte. Yaşamak isteyip de yaşayamadığım o kadar çok şeyim varmış ki, şuan düşününce sanki hiç yaşamamış gibiyim. Özlediğimi kendime inandırmak dahi suç gibi. Suçlu muyum? Kim bilebilir ki. Ben hak etmediğim acıları yaşadığımı düşündüm hep. Hiç yaptıklarım için kendimi suçlamadım. Masumdum, çünkü çocuktum.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 20, 2018 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

SON DANSWhere stories live. Discover now