12. BÖLÜM

3.4K 169 57
                                    


                                                                                        12. BÖLÜM


Selam canlar! Biliyorum bölüm yine geç geldiği için kızacaksınız ama bir sonraki bölümü yarın yazmaya başlayacağım. Yani arayı çok açmadan yayınlayıp kendimi affettireceğim. O yüzden size keyifli okumalar diyorum ve gidiyorum. :D

Kulağıma doluşan gülüşmeler, boynuma dökülen ılık bir nefesin varlığı, uyku ile uyanıklık arasında bile içimi gıdıklarken bir süredir saçlarımda gezinen elin üzerine parmaklarımı koydum ve gözlerimi araladım. Nefesi kadar sıcak olan tenini hissedebiliyor olmanın verdiği huzur ile gözlerine baktığımda aynı sıcaklığın o gözleri de sardığını görmek tarifi imkânsız bir mutluluktu.

''Günaydın,'' dedi elinin üzerindeki elimi tutup öperken. Geceden beri varlığını hep hissettiğim kollarının arasından çıkıp bağdaş kurarak karşısına oturdum. Bir an şu anı tekrar yaşamanın hayalini kaç kere kurduğumu düşünürken onun yaptığı gibi ellerini tutup öptüm. ''Ne zaman uyandın?''

''İki saat önce sanırım,'' dediğinde duvardaki saate baktım. Uykuya hasret kaldığını söylemişken bile bu kadar erken uyanması şaşırtınca kaşlarım çatıldı. ''Niye o kadar erken uyandın? Biraz daha uyumaya çalışsaydın keşke.''

''Bilerek uyandım,'' diyip gülümsedi. ''Seni uyurken seyretmek istedim.'' Her ne kadar mutlu olduğunu bilsem de günlerin ağırlığı hala omuzlarından inmemişti, bunu görebiliyordum. Bakışları hala yorgun, sesi hala bitkin çıkıyordu. Bu sürecin onu ne kadar çok yıprattığını her halinden anlamak mümkündü.

Düşünceleri bir kenara bırakmaya çalışıp yüzünü avuçlarımın içerisine aldım ve sanki onu bir daha göremeyecekmişim gibi incelemeye başladım. Ben onu seyrederken o da aynı şeyi yapıyordu. ''Biliyor musun?'' diye sordum parmaklarım sakallarında gezinirken. ''Düşünecek çok zamanım oldu. Yaşadığım her şeyi sorgulayacak, kendime sorduğum sorulara yanıtlar arayacak bir sürü vakit buldum o evde. Farkına vardığım onlarca şey oldu. Bunlardan birisi de sana kendime güvendiğimden daha çok güvendiğimi fark etmemdi.'' Ellerimin arasındaki yüzü gerildi ve gülümseyen gözlerinin kenarı hafifçe kırıştı. Hala uykusuzdu fakat bu haliyle bile kusursuzdu.

''Sana söz vermiştim,'' dedi. ''Bana söz vermiştin,'' diyerek neyi kastettiğini anladığımı belli edercesine gözlerine baktım. ''Bana her zaman yanımda olacağına dair söz vermiştin. O adamdan kurtulmama yardım edeceğine dair, sırtımdaki yükü hafifleteceğine dair söz vermiştin. Sözünü tuttun Uygar Atahan. Aptallığım yüzünden bunca acıyı yaşamış olsak da şimdi yanımdasın. Ve ben her şeye rağmen mutluyum.'' Ne söylersem söyleyeyim yüzünün çizgilerine sızan o duygu yok olmuyordu sanki. Gülen yüzüne tezat bir şekilde yayılan o huzursuzluğu silip atamıyordu.

''Peki ya sen?'' diye sorma hissi uyandırdı içimde, yüzündeki o ifade. ''Mutlu gibisin ama yüzünden silip atamadığın o duyguyu görmek canımı yakıyor.''

''Hiç olmadığım kadar mutluyum,'' diyerek kendine çekip sarıldığında kollarımı boynuna sardım. ''Sadece yorgunum ufaklık. Fazlasıyla yorgun. Ama yanımdasın ve güvendesin. Gerisinin hiçbir önemi yok. Endişelenme.''

''Peki öyleyse,'' diyince hızlı bir şekilde saçlarımı öpüp yataktan çıktı ve kıyafet dolabına doğru yürümeye başladı. ''Hadi bakalım, bu kadar temellik ikimize de yeter. Yapacak çok işimiz var bugün seninle. Kalkıp hazırlan.'' Bir anlık enerjisi bana birkaç ay öncesini hatırlatırken dönüp göz kırpınca söylenmeyi bile bir kenara bırakıp ayağa kalktım. '' O zaman aşağıda buluşuruz,'' diyip kapıya doğru geri geri yürürken üzerindeki tişörtü çıkarması ile birlikte adımlarım dondu. Durduğumu fark edip bana dönmesi uzun sürmezken gözlerimi sabitlediğim nokta onunda baktığı bir sonraki nokta oldu.

''Uygar,'' diyebildim sadece. Bakışları anında kaskatı kesilirken dolaptan aldığı bir gömleği üzerine giymek için bir hamle yaptı. Gördüğüm şey karşısında afallasam da ona doğru yürümeyi akıl edip diğer kolunu da geçirmeden önce gömleğini avuçladım. ''Derin'' dedi o anda sakin bir şekilde. Ama uyarı dolu sesine aldırış etmeden gömleği çekip sırtına bakmaya devam ettim. Parmaklarım içimdeki acının nedenine uzansa da dokunamadan gözlerine baktım. ''Bu nasıl...''

''Önemli bir şey değil,'' dedi gömleğini çekiştirdiğinde ama bırakmadım. Sırtındaki kocaman yara izinden gözlerimi alamıyordum. ''Kazanın olduğu gün mü?'' diye fısıldadığımda iç çekip başını onaylar gibi salladı. Dokunursam canı yanacakmış gibi hissetsem de parmaklarım yaranın üzerine değdiği anda benim canım yanmaya başlayınca gözlerimi sıkıca kapadım. ''Yapma böyle. Gelip geçti işte her şey. Geçmişe saplanıp kalma.''

''Nasıl oldu,'' diye sordum, dediği şeyi duymazdan gelerek. ''Hayır. Asıl duymak istediğim... Yani o gün o arabadan nasıl kurtulabildin? Takla attın ve arama birden alev aldı. Gördüm ben.'' Yarasının üzerinde ürkekçe dolaşan parmaklarımı sıkıca tutunca yumduğum gözlerimi açtım. O günü tekrar hatırlamak istemediği bakışlarından belli oluyordu ama birbirimizi yeniden bulduğumuzdan beri yalnızca benim başıma gelenlerden konuşulmuştu ve onun o süreçte neler yaşadığından hiç bahsetmemişti.

''Uygar?'' diye ısrarcı bir şekilde konuşunca yine iç çekti. ''Kemerim takılı değildi. Araba takla atarken ön camdan dışarı fırladım.'' Yanık izine benzeyen yaraya tekrar gözlerim takılınca ne soracağımı anlamış gibi omuz silkti. ''Araba patladıktan bir süre sonra yanan parçalardan birisi üzerime savruldu. Bu da o sırada oldu.'' Sanki canı hiç yanmamış gibi konuşuyor oluşu içimdeki acıyı daha da körükleyince boynuna sarıldım. ''Üzülme, çok acımadı.''

''Yalan söyleme, acıdığını biliyorum.''

''O an seni öldürdüğünü düşünmekten yaranın acısını hissetmedim.'' Diğer kolunu da geçirip düğmelerini kapamaya başlarken sessizce izlemeyi tercih edip bir adım geriledim. Ne çok şey yaşamıştı benim yüzümden. Varlığımın aslında onu mutlu ettiğini bilsem de bir yandan da ona zarar verdiğimi de görmek içten içe bir yıkımdı benim için. Dile getirince sinirleneceğini bildiğimden sustum.

''Hayret,'' dedi son düğmesini iliklerken. ''Hepsi benim suçum diyip özür dilemedin.'' Yine içimi okumuş gibi konuşunca hafifçe göğsüne vurdum. ''Sinirlenmeyeceğini bilsem küçük bir çocuk gibi ağlamaya başlayıp saatlerce özür dilerim.''

''Peki, bu neyi değiştirir?'' Soruyu bana yöneltmesine rağmen ''hiçbir şeyi'' diyerek kendi yanıt verdi. ''Uzun bir süre ağladığını görmek istemiyorum. Hatta mutluluktan bile olsa ağlama tamam mı?''

''İmkânsızı istediğinin farkında mısın?'' dediğim sırada bile gözlerim dolmuştu. Bunu fark edip parmaklarını gözlerimin altına koydu ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ''Sürekli teşekkür etmek ya da özür dilemek yerine benim için bunu yapabilirsin bence ufaklık. Yapabilirsin değil mi?''

''Deneyeceğim,'' diyip burnumu çektim ve gözyaşlarımı geri itmek için gözlerimi kırpıştırdım. Bunu onu gülümsetirken uzun zamandır yapamadığı şeyi yapıp saçlarımı karıştırdı. '' O zaman hemen üzerini değiştirip aşağıya geliyorsun ve güzel bir kahvaltı yapıyoruz.'' Asker selamı verir gibi yapıp çabucak odadan çıktığımda uykumun arasında duyduğum gülüşmelerin hala devam ettiğini duyunca gülümsemeden edemedim. Gizem ve Derin'in Rain ile oynadıkları belli oluyordu. Rain her havladığında ikisi de kahkaha atıyordu.

Aşağıya çabucak inebilmek için elime ne geldiyse üzerime geçirip odadan çıktım. Uygar çoktan aşağıya inmiştir diye düşünürken merdivenleri hızla indim. Gözüme ilk çarpan Deniz ve Duygu abla olurken gözlerim ister istemez annemi aradı. Koltukta tek başına oturmuş Derin ve Gizem'i seyrediyordu. ''Günaydın kuzum,'' diye neşeli bir şekilde seslendir Zeynep abla. O sırada hepsi dönüp bana bakarken annem ile göz göze geldim. Ne yapacağımı şaşırıp kahvaltı masasına doğru yürüyerek günaydın dedim.

''Yardım edeyim mi?''

''Her şey hazır, otur hadi sen,'' diyerek elindeki ekmek sepetini masaya koydu. Benim oturmamla birlikte diğerleri de masaya gelirken Deniz gülümseyerek göz kırpınca geçip hemen yanına oturdum. ''İyi uyuyabildin mi?'' diye fısıldadım kulağına. ''Ömrüm uyumakla geçti ama dün geceki en rahat olanıydı sanırım,'' dedi gülerek. Söylediği şeye üzülsem mi yoksa gülsem mi diye şaşırırken Uygar'ın bizi izlediğini fark edince önüme döndüm.

''Bu arada siz tanıştınız mı Zeynep abla?'' Bir bana bir Deniz'e bakıp tereddütle başını yana eğdi. ''Pek sayılmaz sanırım. Yani isim olarak biliyorum sadece.'' Deniz'i tanıtmak kolaydı fakat gözlerim anneme kayınca duraksadım. Nasıl diyecektim? İçimde bile sindiremezken dile dökmeyi nasıl becerecektim?

''Deniz... Benim ikizim. Biz de yeni öğrendik,'' diyip Derin'i işaret ettim. ''Bu da küçük kardeşimiz oluyor. Onun adı da Derin.'' Zeynep ablanın şaşkın bakışları arasından korkarak da olsa başımı diğer yana çevirip onun gözlerinin içine baktım. Bir umut söyler miyim acaba diye bakıyordu gözlerimin içine. Söyleyebilirdim sanırım. ''Bu da biyolojik annem, annemiz.'' Masada herkes birbirine bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırken tuhaf bir sessizlik oluşunca Zeynep ablaya dönüp göz kırptım. ''Bakma öyle şaşkın şaşkın. Biz de şokunu hala atlatabilmiş değiliz. Ayrıntıları sonra konuşuruz,'' diye fısıldayıp gülümsemeye çalıştım. O da bozuntuya vermemek adına yürüyüp çayları doldurmaya devam etti.

''Emre'den bir haber var mı?'' diye sorup sessizliği bozmaya çalıştım. ''Sen inmeden önce konuştum. İyiymiş ama bugün de hastanede kalacaklarmış.''

''Gider miyiz peki yanına?''

''Gelecek olan misafirinden ayrılabilirsen gideriz,'' diyince elimdeki çatal havada kaldı. ''Ne misafiri?'' diye sorduğum sırada kapı çalınca başıyla kapıyı işaret edip ''iti an çomağı hazırla'' diyip çayını yudumladı. Zeynep abla kapıyı açmaya giderken ben de arkasından ayağa kalktım. Daha birkaç adım atmıştım ki o tanıdık aksan kulağıma çalınınca adımlarım donup kaldı. ''Şükürler olsun Tanrım,'' Gözyaşlarını silip üzerime doğru koşmaya başladığında Little Man'i tamamen unutmuş olduğum için kendimden utanıp kollarının arasına girdim. Sıkıca sarılmasına aynı şekilde karşılık verirken daha çok ağlamaya başlayınca ne yapacağımı şaşırıp geri çekildim.

''Sakin ol Brad. Bak, iyiyim işte. Ağla lütfen.'' Küçük bir çocuk gibi ıslak gözlerini ovup yüzümü avuçladı. ''Ne demek ağlama? Sana bir şey oldu diye aklım yerinden fırladı benim. Yemek yemeyerek kendimi öldürmeye bile çalıştım.'' Tekrar öpüp sarıldığında gülmeden edemedim. Hala aynı Little Man'di. Duygusal, düşünceli ve bir o kadar da sevecen.

''Asıl ölmesi gereken öldü. Sevinmelisin bence.''

''Yoksa...'' dediğinde başımı aşağı yukarı salladım. ''Ölürken bile beni bir kaosun ortasında bırakarak gitti ama öldü işte.'' Bu sefer derin bir nefes alıp gülümsedi ve ellerini kalbinin üzerine koyup İngilizce dualar etmeye başladı. ''Tanrı'ya şükür. Bir an bu kâbus hiç bitmeyecek, benim papatyamın yüzü hiç gülmeyecek sanıyordum lakin bitti. Bundan sonra hep mutlu olma vakti.'' Salonun ortasında bağırarak neşesini etrafa saçarken gözleri arka tarafımıza kaydı ve bir an duraksadı. Aceleyle gözlerini kurulayıp beni omzumdan iterken yüz ifadesi ciddileşti. Ne olduğunu anlamayınca Uygar'la birbirimize baksak da Little Man bize aldırış etmeden kahvaltı masasına doğru temkinli adımlar ile ilerlemeye başladı.

''Brad? Sorun ne?'' Sorumu algılaması biraz geç sürse de Deniz'i ve annemi işaret ederek bana döndü. ''Onları daha önce gördüğüme yemin edebilirim. Siz nereden tanışıyorsunuz? Kim onlar?'' Bu konu hakkında açıklama yapmam gereken insan sayısı arttıkça iş benim için daha da zor bir hâl almaya başlıyordu. Biraz cesur davranıp hikâye anlatıyormuş gibi tüm olanları anlatsam aslında kurtulacaktım. Denemeliydim bunu. Zeynep ablaya da Little Man'e de böylelikle açıklamış olurdum.

Little Man hala şüpheli gözlerle kahvaltı masasını incelerken Uygar'ın bakışlarından ''anlat'' onayı alınca salona doğru yürüdüm. ''Pekâlâ, bir kerede anlatıp kurtulmak en doğrusu sanırım,'' diyip koltuğun kenarına oturdum. ''Hakan'ın dedikleri doğruymuş,'' dedim ellerimi iki yana açarken. ''Bu yaşıma kadar koca bir yalanın içinde büyümüşüm.''

''Derin, anlayabileceğim şekilde anlat, ne olur. Kalbim duracak yoksa.'' Tamam der gibi başımı sallayıp Deniz'i işaret ettim. ''İkizim Deniz. Babam doğduğumuz gün onu biyolojik annemin yanında bırakıp beni de büyüten anneme getirip vermiş. Bu da asıl annem,'' diyip ürkek gözlerle beni izleyen annemi işaret ettim. ''Bu da yetmezmiş gibi bir de Hakan'dan kardeşimiz var. Üstelik Hakan'ın takıntısı ben değil biyolojik annemmiş. Yani bunca yaşanılan...'' Ne kadar sakin kalmaya çalışsam da sinirden sesim yükselince duraksadım. Daha fazla konuşursam herkesin kalbini kıracaktım. Bunu istemiyordum çünkü herkes fazlasıyla yıpranmıştı.

''Her neyse,'' diyerek geçiştirmeye çalıştım. ''Biz bunu da atlatırız.''

''Atlatacağız tabii,'' diyip sandalyesini bana doğru sürmeye başladı Deniz. ''Dün herkes için bir yolun sonuna gelinse de bugün yine hepimiz için yeni bir yola ilk adımlar atıldı. El ele verdik mi paşalar gibi yürürüz bu yolu. Sıkma sen canını.''

''Uygar Atahan'dan sonra bir de nasihatçi bir ağabeyim oldu. Sen söyle Little Man, ağlayayım mı güleyim mi?''

''Ağlamak yok,''diye aynı anda atıldı Uygar ve Deniz. İkisine de gözlerimi kısarak bakarken derin bir nefes aldım. ''Ben en iyisi ağlanacak halime güleyim'' diyip gülerek Little Man'a sarıldım.


Bir süre hep beraber oturup hasret gidermeye çalıştıktan sonra Uygar'ın bakışlarından sıkıldığını anlayıp bir bahane ile evden çıktık. Aynı mevzuları döndürüp aktarıp dinlemekten de annem ile sürekli köşe kapmaca oynamaktan da yorulmuşken Uygar ile evden çıkmak hapishaneden firar etmek gibi gelmişti. ''Bir an hiç çıkamayacağız sandım.''

''Ben de,'' diyerek arabaya bindiğimde nereye gideceğimizi bile sorgulamak gelmiyordu içimden. Tek isteğim evden, evdeki muhabbetten uzaklaşmaktı.

''Akşama kadar geçmişin muhabbeti biter mi dersin? Yoksa bu gece ikimiz taş evde mi kalalım?''

''Aslına bakarsan hâlâ merak ettiğim şeyler var. Yani ondan, annemden duymak istediğim bazı şeyler...'' Yani der gibi gözlerimin içine bakmaya başlayınca başımı cama yasladım. ''Bu gece herkes uyuduktan sonra onunla biraz konuşsam iyi olacak. Her şeye bir açıklık getirmek istiyorum.''

''Kendini üzecek bir şey yapmanı istemiyorum ama buna engel de olmak istemiyorum. Çünkü içindeki kuşkunun seni sürekli kemireceğini biliyorum. Bu yüzden nasıl istiyorsan öyle olsun ufaklık. Her kararında yanındayım, biliyorsun.'' Güven veren sözlerini yeniden kulaklarımla duyuyor olmanın verdiği rahatlık ile yola bakan gözlerine bakıp direksiyondaki elini sıkıca tuttum. Bu onu bana döndürürken kemerin izin verdiği kadarıyla uzanıp saçlarından öptüm. ''Teşekkür ederim,'' dediğimde yüzü gülmeye başladı. ''Dünden beri beni kaç kere öptüğünü sayamadım bile'' diyip daha çok gülümseyince koltuğuma geri kuruldum. ''Bundan sonra böyle,'' dedim ciddi olmaya çalışarak. ''Dünyanın bin bir türlü hali var. Biz çoğunu gördük. Her ihtimale karşı aklıma estikçe öpüp sarılacağım sana Uygar Atahan. Haberin olsun.''

''Körün istediği bir göz...'' diyip bana döndü ve göz kırpıp gülmeye devam etti. Hala yanımda olduğu bile hayal gibi gelirken dünden beri böyle gülüyor olduğunu gördükçe çektiğim onca acıyı, döktüğüm onca gözyaşını içimin en derinlerine saklayıp onları orada unutup öyle yaşama isteğim artıyordu. Hatta öyle ki bugünden sonrası için gerçekten bir umudun var olduğunu bile hissetmeye başlamıştım bile.

Emre yaşıyordu, Hakan'dan kurtulmuştuk, yeniden Uygar'ın yanındaydım ve Uygar yokluğumda hayatını bir şekilde sorgulayıp Gizem'i kabullenmişti. Ailemin, daha doğrusu babamın gerçek yüzünü öğrenmem ve annem gerçeği dışında birçok şey yolundaydı. Yolunda olmayan ne varsa da Uygar ile üstesinden gelebileceğimi bildiğimden içim gerçekten rahattı. Uzun bir aradan sonra ilk defa insan gibi hissedebiliyor olmak her şeye rağmen güzeldi.

Arabayı otoparka park ettiğinde çantamı da alıp dışarı çıktım ve Uygar'ın telefon konuşmasını bitirip yanıma gelmesini bekledim. Konuşmasına kulak misafiri olduğum kadarıyla uzun bir süredir şirkete dahi gitmemişti. Telefonun diğer ucundaki kişiye dosyaları artık eve göndermemesini, şirkete gelip inceleyeceğini ve söylediği birkaç şirket ile toplantı ayarlamasını söylemişti. Sakallarını ovuşturarak yanıma geldiğinde uzattığı elini tutup adımlarına eşlik etmeye başladım. Merdivenleri çıkmaya başladığımız sırada unuttuğum birçok şey gibi Çağla konusunu da unuttuğumu fark edip elini sıkıca tutarak durmasını sağladım. O da dalmış olacak ki ani duruşum ile kaşları çatıldı. ''Bir sorun mu var?'' diye sorunca ona doğru iyice yaklaştım. ''Az kalsın unutuyordum. Çağla'dan bir haber var mı? Bahsettiği meselenin aslı neymiş?'' Ben merakla yüzüne bakarken kaşları daha da çatıldı ve sertçe yutkundu. Bu hali bile işlerin gerçekten karışık olduğunu anlamama yeterken sessizce yürümeye devam etti ve Emre'nin odasının olduğu kata geldiğimizde durdu.

''Aslında bunu sana daha sonra anlatmayı düşünüyordum ama madem sordun...'' Tavırları daha da tedirgin olmama neden olurken kenardaki sandalyelere geçip oturduk. Söyleyeceği şeyin ne kadar kötü olabileceğini düşünürken ellerimi avuçlarının içine aldı. ''En başından beri Hakan'ın senden haberdar olmasını sağlayan, attığın her adımı Hakan'a anlatan Çağla'ymış.'' Bu işin az çok bildiğim kısımlarından biri olduğundan tepki vermeden devam etmesini bekledim.

''Zamanında Birkan'ın karşısına bilerek çıkmış. Babasını öldürdüğümü düşündüğünden bir şekilde aramıza sızıp benden intikam almak istemiş. Aptal, Birkan'a gerçekten âşık olunca, benim de zaten mutlu bir hayatım olmadığını görünce intikamı bir kenara bırakıp kendi kendime acı çekmemi istemiş.'' Dişlerini sıkıp kendi kendine söylendikten sonra ellerimi daha sıkı tutmaya başladı.

GÖLGE - VADEWhere stories live. Discover now