1. Bölüm

69 10 10
                                    









Not; Bu kitaptaki bölümlerin sonunda bulunan tarihler, hikayenin yayımlanan gününü değil; yazıldığı gününü vurgulamaktadır. Tarihe önem veren bir platform olaraktan, sizden de bu kitabı okuduğunuz günün tarihini yorumlar kısmına devretmenizi rica ediyorum.





Lemurd Yayıncılık saygı ve sevgi ile sunar. . .

İyi okumalar !






Genç kız, kendini gecenin kollarına bırakırken, gözünden yaşlar akmasına müsade etmeyi de geri planda bırakmadı. Söylemişti ya genç adam; "Sonsuza kadar bu eve, bu yaşlı ihtiyara mahkûm kalacaksın Dilde! Her yeni güne, yeşilliklerinin kan çanağı kesilip, davul gibi şişmiş; acınası bir hâlinde kalkacaksın."

Dilde, henüz 19 yaşında pırlanta gibi bir genç kızdı. Fakat öyle hatalara yeltenmiş, öyle günahlara boyun eğmişti ki; hayat onu kendi içinde her gün, her sabah, her gece idam ediyordu. Belkide bu olanların en büyük payı; Dilde'nin ailesini dinlememesinden kaynaklanıyordu. Eğer ailesini dinlemiş olsaydı, daha 18'ine basar basmaz hiç tanımadığı bir üniversiteli ile evlenmezdi.

Nefsine hâkim olamamış olan genç kız, bir ömür bunun ceremesini çekecekti.

Gözlerini kaplayan yaşlar kururken, buğulanan gözleri, pencereden içeri süzülen ay ışığına resti çekti. Beyni ölü gibiydi. Kalbi deseniz, kocaman bir yokluğun, sefaletin içindeydi.

''Dilde! D-dilde! " Gözleri, tetikte bekleyen bir asker misali gibi aniden açıldı.

Öksürük sesleri evi inletmeye yetiyordu, yine her zamanki gibi...

Yerinden fırlayıp, küçük odasından çıktı ve boylu boyunca uzayan holde ilerleyerek, nitekim kendisine, içinde bulundurduğu buruk kız çocuğunun haylazlığına teğet şekilde, Bahtiyar isimli bir takma isim koymuştu.

Bahtiyar- yani Nevzat Bey'in - holün sonundaki odasına, destursuz bir şekilde girdi. İlk kez! Bu eve geldiğinden bu yana, ilk kez kapıyı tıkırdamadan girmişti. Tabi, daha bu eve ayak basar basmaz, Nevzat Bey'in kendisini bu konuda ikaz etmesi nasıl davranacağı hususunda aydınlık bir yol olmuştu.

"Kapıyı çalıp, müsade istemeden ne diye girersin öyle destursuz!"

Ölüm döşeğinde bile, kendince koyduğu bu kurallara titizlik ile yaklaşırdı Nevzat Bey.

"Ben... özür dilerim. Bir daha olmaz, emin olun," dedi Dilde boynu bükük sabihler gibi. Hoş, kendisinin o sabihlerden bir farkı yoktu ya... Ana, baba, kardeş, ocak... Elinde hiçbiri kalmamıştı.

"Kes ve git ilacımı getir, seni vasıfsız insan!"

Bu adamla değil aynı evde yaşamak, aynı havayı solumak bile bir Çin işkencesine eş değerdi.
Sözün sahibini ikiletmeden, koşar adımlar ile salondaki çekmecelerden Bahtiyar'ın ilaç kutusunu ve birde yol üstü mutfaktan bir bardak su aldı. Nevzat Bey'e ilacını içmesi için yardım ederken, o kendisine delice bakan gözleri onu ilk günkü doğallığı gibi ürkütüyordu.

Huysuz, ve çekilmez bir kimliğe sahip olan ihtiyarın ilacını verdikten sonra, yine o delici bakışlara mâruz kalarak ayrıldı odadan.

Ailesini, eski yaşantısını ve eski, coşkulu kahkaları ile mahalleyi inleten Dilde'yi özlüyordu. Ama cezası sürüyor, ve sürdükçede; umut'a akan koca bir sızıntı oluşuyordu yüreğinde. Bir gram umut'u bile kalmamıştı. Bu hayatta öğrendiği en iyi şeylerden biride; ailen yoksa ümidin de bir nevi yoktur...

Sabah yine Nevzat Bey'in öksürükleri ile açıyor gözünü Dilde. Ufak bir gerinmenin ardından, gökyüzünün henüz tam olarak aydınlanmamış olduğunu fark ediyor. Yatağının yanındaki komidinde duran eski, siyah çalar saatle kısa bir bakışma yaşıyor, ister istemez. Zaten bu eve geldiğinden beri, en geç kalktığı saatler, sabah 5 ila 6:30 aralarıydı.

Yaşamdan zevk almıyor, delicesine tiksiniyor.

"Dilde! Dilde! Uyan, uyan seni tembel teneke! Biliyorum, gebermemi istiyorsun ama hayır! Ben gebermiş olduğumda, sende benimle beraber gebereceksin
-öksürüklerinin ardından alaylı bir ses tınısı ile - Anca beraber kanca beraber Dilde! "

Ve yine... yine o ses, yine o alaylı keyif.. Ne yapacaktı ? Mutfaktan kaptığı bir bıçakla, boğazını mı kesmeliydi ? Ya da onu orada, ölümüne terk mi etmeliydi ? Ya da, kendini kentin en yüksek binasının tepesinden atmalı mıydı ? Belki hepsi bu hayattan, bu eziyetten, bu ateş gibi içini yakıp kavuran pişmanlıktan ve bu ihtiyar adamdan kurtulmasına yetecekti, peki ya Allah ? Onun Allah korkusu vardı... Bunların hepsi, sadece onu bu hayattan soyutlaştıracak ve huysuz ihtiyardan kurtaracak şeylerdi. Fakat Allah'ın karşısında iki can kalt eden biri olarak çıkmak istemiyordu. Zaten bunca zamana kadar ettiği günahlar ona kefaretti. Ana baba sözü dinlemeyen biriydi o.. Muhtemelen ölünce mezarının başında ona dua edecek tek bir insan bile olmayacaktı.

Sulanan gözlerine aldırış etmeden ihtiyara bakmaya gitti.

18.06.2017

Oy ve görüşleriniz, hikayemize olan desteğin bir parçasıdır, lütfen yıldıza basıp görüşlerinizi paylaşarak hikayemizin, Dildemizin önünü açalım.

Buzdan KalpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin